Her iş dönüşü önünden geçerken ayaklarının gidip gitmemek arasında savaşa tutulduğu Semra teyzenin bahçesine bu akşam da yaklaşırken içeriden gelen şarkı dokundu Zeynep'in kulağına. Mahalleye koku gibi yayılan bu sesin çocukluğunun geçtiği bahçeden geldiğini duyunca şu deniz havasına karışan sese gülümsemeden de edemedi tabii. Artık gönlünün başka çaresi kalmamıştı.
Bahçeye girerken elini siyah, demir kapıyı açmak için uzatırken basamakların biraz ilerisinde, ağaç yapraklarının gizinde kalan eski kare masada bir başkasının da oturduğunu gördü. Biraz eğilip kim olduğunu görmeye çalıştı ancak arkası tamamen dönük olduğu için bu büyük cüssenin kime ait olduğunu çözemedi. Semra teyze masanın karşısından ona doğru eğilmişti ve Zeynep onlara yaklaşırken sesli bir kahkaha patlattı. Yüzünü arkaya atıp gülünce onun ne kadar yaşlandığını düşündü. Çocukken de onlar bu bahçede oynarken hep böyle neşeliydi. Tek başına kalmışlığını yıllarca mahalledeki çocuklarla gidermeyi bilmişti. Ancak şimdi çocukların çoğu mahalleden gitmiş, kimi evlenip yuvasının derdine düşmüş, kimi Zeynep gibi iş hayatından ona vakit ayıramaz olmuştu.
Zeynep'in içeri girdiğini görünce iyice aydınlandı Semra teyze. Yerinden doğrulup kollarını ona açarken arkası dönük olan, kapıya dönünce Zeynep olduğu yerde dondu. Bir an beyninin uyuştuğunu hissetti, parmak uçları buz tuttu, karnına ağrı girdi. Ömer'in İstanbul'a geri geldiğini duymuştu, annesi görüşüp görüşmediklerini soramadığı için ağzının ucuyla söylemişti komşudan duyduğunu. "Hemen gidecekmiş." demişti bir de. "Bu sefer en uzağa, belki bir daha da dönmezmiş." Yine aynı terane diye düşünmüştü Zeynep. Hep gider, hep 2-3 sene yok olur ve ortaya yeniden çıkardı Ömer. Her seferinde yeni hikayelerle dönerdi, söylentilerle daha doğrusu. "Yazık" derdi Zeynep, "ilk hikayesi bendim!" Beraber büyüyüp beraber bir hayat kurmaya hazırlanmışlardı ve tam güzel günlere kavuşacakken ilk hikayesini özgürlüğü için silmişti Ömer. Sonra yalnızlığıyla kalınca pişman olmuş, mahalleye dönmüştü ama Zeynep'e tekrar cesaret edememişti ve kendine de hatta. Çok kez İstanbul'a gelip konuşma gücünü kendinde hissetmiş, her seferinde pes edip geldiği yerlere geri dönmüştü. Bu süre içinde ne zaman karşılaşsalar bir şeyler konuşmuşlar ama birbirlerine kanamadıkları için o kanın zehriyle kalmışlardı.
Hemen toparlanıp gülümsediler. Ömer de oturduğu yerden doğruldu. Önce Semra teyzeyle sarıldı, sonra Ömer'le tokalaştı. "Sofrada da bir kuş sütü eksikmiş!" diye takıldı çantasını bırakırken. İçeri girip bir tabakla çatal aldı kendine. "Nerede kalmıştınız, bölmeyin benim yüzümden." deyince ortak oldu gülüşlerine.
Saat ilerleyince Zeynep kalbinin yorulduğunu hissetti. Onunla ilk defa bu kadar uzun aynı sohbeti paylaşmışlardı. İlk defa içini bu kadar saklamak zorunda kalmıştı. İlk defa şarkılara bu kadar direnmiş ve dimdik karşı koymuştu. Sanki uzun bir kuyuydu bu gece şarkılar, dipsiz bir kuyu. Düşmemek için kenarlara tutunmuş, yaralanıp kurtulmuştu. Her şarkıda yeniden düşüyordu. "Ah be Semra teyze." diye geçirdi içinden "kederlenecek başka gün mü yoktu!"
Gece çökünce, hava serinleyince ayaklanır gibi oldular. Semra teyze omuzlarına dokunup hırka vaat edince yeniden oturdular. Bir de mis kahvesinden konu açılınca kendilerine geri geldiler.
Semra teyze içeri gidince masanın üzerindeki çıplak, evin içinden kablo çekilip bağlanmış lambaya baktı Semra.
"Bu lamba olmasa şu kelebekler nerede toplanırlardı düşünsene." diye sordu sonra.
"Bunu da senden başkası düşünmezdi muhtemelen." diye karşılık verdi Ömer.
Başını önüne eğince hırkasına sarındı Zeynep. Bir güç diledi. Bir daha bu masa olmayacaktı. Bir daha asla onunla bunları konuşamayacaktı.
"Gidecekmişsin."
"Gideceğim. Zeynep, anlamıyorsunuz. Bu bahçe, bu mahalle, annemin evi, İstanbul'un her sokağı bana dar. Mesela küçükken sen şu ağacın tepesine çıkardın okul dönüşleri. Kiraz yerdin. Bunlar sana anı ama bana ağır şeyler. Ben hiç paylaşmadığım yerlerde olmayı dileyebiliyorum. Zeynep bak, sana çok ayıp ettim. Buraya bunca sene kaç kere döndüysem hep seninle bunları konuşabilmek için döndüm. Sonra hep yarım kalan şarkı gibi hiç bitişim olmadı. Ne bileyim, işte çizilmiş bir CD gibi mesela. Hatta CD o kadar bozuk ki çıkarmaya çalışınca iyice bozuluyor gibi, en sonunda kırılıyor gibi. Zeynep mesela sen kalbimin şurasında bir kuş gibisin. Biliyorum seni yaralayan da kalbimin şurasında kalmaya zorunlu bırakan da bendim. Yani kanatların olsaydı şuramda da uçardın, burada da kanat çırpardın. Seni ben kırdım, biliyorum ama başka çarem yoktu anla. Benim hayattan beklentilerim seninki gibi değildi. Ben temiz havaların adamıydım, başka havaların buraların değilim ben. Ne olur beni affet. Senden bağışlanmazsam çok uzaklara gidemem ben. İzin ver, kanatlarını onarayım sonra kafesini açayım. Gökyüzüne karış sen de Zeynep."
Düşünmedi Zeynep, onu yanıtlamadı. İyileşse miydi, o kafesten uçup gitse miydi, Ömer'i affetse miydi? Olduğu yerden kalktı. Kendini Ömer'e bıraktı. Kocaman, küçükken onu kirazdan indiren kollarına sarıldı. Nasıl özlemişti, ilk arkadaşını. Keşke hiç hikayesi olmayabilseydim diye düşündü. Kirazı gösterip eski günleri hatırlattı. İçini döktü. Ciğerlerini kendi ciğerleri gibi soludu. Geceyi içine çekti. Bu serinliği hiç unutmamak adına kanatlarına sakladı. İyileşmedi. Orada daha da sıkışmayı yeğlerdi. Başka kuşların kanatları çırpınırken kimse görmeden durmayı kabullendi.
Kafesten uçup gidemedi.
Semra teyze o gece hiç gelmedi. O kahveyi hiç pişirmedi.
Karanlık yerini ilk ışıklara bırakırken son şarkı karıştı kirazlara:
"Göze mi geldim,
Sen mi unuttun,
Gelmiyorsun ah gelmiyorsun.
Öyle karanlık gece ki ruhum.
Olmuyor sabah.
Yüksel ufuktan
Sineni göster
Bir gün göreyim"
Bahçeye girerken elini siyah, demir kapıyı açmak için uzatırken basamakların biraz ilerisinde, ağaç yapraklarının gizinde kalan eski kare masada bir başkasının da oturduğunu gördü. Biraz eğilip kim olduğunu görmeye çalıştı ancak arkası tamamen dönük olduğu için bu büyük cüssenin kime ait olduğunu çözemedi. Semra teyze masanın karşısından ona doğru eğilmişti ve Zeynep onlara yaklaşırken sesli bir kahkaha patlattı. Yüzünü arkaya atıp gülünce onun ne kadar yaşlandığını düşündü. Çocukken de onlar bu bahçede oynarken hep böyle neşeliydi. Tek başına kalmışlığını yıllarca mahalledeki çocuklarla gidermeyi bilmişti. Ancak şimdi çocukların çoğu mahalleden gitmiş, kimi evlenip yuvasının derdine düşmüş, kimi Zeynep gibi iş hayatından ona vakit ayıramaz olmuştu.
Zeynep'in içeri girdiğini görünce iyice aydınlandı Semra teyze. Yerinden doğrulup kollarını ona açarken arkası dönük olan, kapıya dönünce Zeynep olduğu yerde dondu. Bir an beyninin uyuştuğunu hissetti, parmak uçları buz tuttu, karnına ağrı girdi. Ömer'in İstanbul'a geri geldiğini duymuştu, annesi görüşüp görüşmediklerini soramadığı için ağzının ucuyla söylemişti komşudan duyduğunu. "Hemen gidecekmiş." demişti bir de. "Bu sefer en uzağa, belki bir daha da dönmezmiş." Yine aynı terane diye düşünmüştü Zeynep. Hep gider, hep 2-3 sene yok olur ve ortaya yeniden çıkardı Ömer. Her seferinde yeni hikayelerle dönerdi, söylentilerle daha doğrusu. "Yazık" derdi Zeynep, "ilk hikayesi bendim!" Beraber büyüyüp beraber bir hayat kurmaya hazırlanmışlardı ve tam güzel günlere kavuşacakken ilk hikayesini özgürlüğü için silmişti Ömer. Sonra yalnızlığıyla kalınca pişman olmuş, mahalleye dönmüştü ama Zeynep'e tekrar cesaret edememişti ve kendine de hatta. Çok kez İstanbul'a gelip konuşma gücünü kendinde hissetmiş, her seferinde pes edip geldiği yerlere geri dönmüştü. Bu süre içinde ne zaman karşılaşsalar bir şeyler konuşmuşlar ama birbirlerine kanamadıkları için o kanın zehriyle kalmışlardı.
Hemen toparlanıp gülümsediler. Ömer de oturduğu yerden doğruldu. Önce Semra teyzeyle sarıldı, sonra Ömer'le tokalaştı. "Sofrada da bir kuş sütü eksikmiş!" diye takıldı çantasını bırakırken. İçeri girip bir tabakla çatal aldı kendine. "Nerede kalmıştınız, bölmeyin benim yüzümden." deyince ortak oldu gülüşlerine.
Saat ilerleyince Zeynep kalbinin yorulduğunu hissetti. Onunla ilk defa bu kadar uzun aynı sohbeti paylaşmışlardı. İlk defa içini bu kadar saklamak zorunda kalmıştı. İlk defa şarkılara bu kadar direnmiş ve dimdik karşı koymuştu. Sanki uzun bir kuyuydu bu gece şarkılar, dipsiz bir kuyu. Düşmemek için kenarlara tutunmuş, yaralanıp kurtulmuştu. Her şarkıda yeniden düşüyordu. "Ah be Semra teyze." diye geçirdi içinden "kederlenecek başka gün mü yoktu!"
Gece çökünce, hava serinleyince ayaklanır gibi oldular. Semra teyze omuzlarına dokunup hırka vaat edince yeniden oturdular. Bir de mis kahvesinden konu açılınca kendilerine geri geldiler.
Semra teyze içeri gidince masanın üzerindeki çıplak, evin içinden kablo çekilip bağlanmış lambaya baktı Semra.
"Bu lamba olmasa şu kelebekler nerede toplanırlardı düşünsene." diye sordu sonra.
"Bunu da senden başkası düşünmezdi muhtemelen." diye karşılık verdi Ömer.
Başını önüne eğince hırkasına sarındı Zeynep. Bir güç diledi. Bir daha bu masa olmayacaktı. Bir daha asla onunla bunları konuşamayacaktı.
"Gidecekmişsin."
"Gideceğim. Zeynep, anlamıyorsunuz. Bu bahçe, bu mahalle, annemin evi, İstanbul'un her sokağı bana dar. Mesela küçükken sen şu ağacın tepesine çıkardın okul dönüşleri. Kiraz yerdin. Bunlar sana anı ama bana ağır şeyler. Ben hiç paylaşmadığım yerlerde olmayı dileyebiliyorum. Zeynep bak, sana çok ayıp ettim. Buraya bunca sene kaç kere döndüysem hep seninle bunları konuşabilmek için döndüm. Sonra hep yarım kalan şarkı gibi hiç bitişim olmadı. Ne bileyim, işte çizilmiş bir CD gibi mesela. Hatta CD o kadar bozuk ki çıkarmaya çalışınca iyice bozuluyor gibi, en sonunda kırılıyor gibi. Zeynep mesela sen kalbimin şurasında bir kuş gibisin. Biliyorum seni yaralayan da kalbimin şurasında kalmaya zorunlu bırakan da bendim. Yani kanatların olsaydı şuramda da uçardın, burada da kanat çırpardın. Seni ben kırdım, biliyorum ama başka çarem yoktu anla. Benim hayattan beklentilerim seninki gibi değildi. Ben temiz havaların adamıydım, başka havaların buraların değilim ben. Ne olur beni affet. Senden bağışlanmazsam çok uzaklara gidemem ben. İzin ver, kanatlarını onarayım sonra kafesini açayım. Gökyüzüne karış sen de Zeynep."
Düşünmedi Zeynep, onu yanıtlamadı. İyileşse miydi, o kafesten uçup gitse miydi, Ömer'i affetse miydi? Olduğu yerden kalktı. Kendini Ömer'e bıraktı. Kocaman, küçükken onu kirazdan indiren kollarına sarıldı. Nasıl özlemişti, ilk arkadaşını. Keşke hiç hikayesi olmayabilseydim diye düşündü. Kirazı gösterip eski günleri hatırlattı. İçini döktü. Ciğerlerini kendi ciğerleri gibi soludu. Geceyi içine çekti. Bu serinliği hiç unutmamak adına kanatlarına sakladı. İyileşmedi. Orada daha da sıkışmayı yeğlerdi. Başka kuşların kanatları çırpınırken kimse görmeden durmayı kabullendi.
Kafesten uçup gidemedi.
Semra teyze o gece hiç gelmedi. O kahveyi hiç pişirmedi.
Karanlık yerini ilk ışıklara bırakırken son şarkı karıştı kirazlara:
"Göze mi geldim,
Sen mi unuttun,
Gelmiyorsun ah gelmiyorsun.
Öyle karanlık gece ki ruhum.
Olmuyor sabah.
Yüksel ufuktan
Sineni göster
Bir gün göreyim"
sanki son zamanlarda başladığım 10 hikayeye doyup bitirmşim gibi,
Zeynep bu değil, Zeynep dolup taşacaktı, sarılmasaydı çok şeyler anlatacaktı.
Oysa benim kulağımda başka şarkı. Bülent Ortaçgil'den
duruldum, dindim, geçti Zeynep'in tüm söyleyecekleri:
"Bugün yağmur
Bir kadın saçıdır
Yeryüzüne
Dökülen
Upuzun, ince, karanlık kokulu
Sen ki aşkla aldatıldın
Yüreğin taş parçası
Dinle yağmuru dinle
Teselli bul türküsünden
Her şey olur
Her şey büyür
Her şey geçer
Hayat kalır"
Bu hikaye daha bitmedi.
Elif KÜLAH
17.08.2015