Gözlerimi silip, kendimi toparlayıp açtım odamın kilitli kapısını. İçim, ezikti. Onun bu şehirdeki son gününde ona ve içerideki diğerlerine apaçık ayıp olduğunu biliyorum, ama elimden yine kaçmaktan başka hiçbir şey gelmiyor. Benim şuanda onun hisleri karşısında şuracığımda hissettiklerim aramızda bir sır olmasaydı, içerideki herkes bunları bilseydi benim odamda, duvarıma yaslanıp ağlamama hak verirlerdi. Oysa bu yükü onun gözleriyle benim gözlerim arasındaki havadan başka kimse bilmiyor ve şu koltuk, şu sandalye, şu pencere bizi anlar diye ödüm kopuyor.
Odamdan çıkar çıkmaz salonun balkonuna gittim. Açık olan mutfak kapısının yaptığı cereyan bu bulutlu, hafif yağmurlu, çok nemli yaz akşamında kalbi daralan bedenimi biraz olsun serinletti. Derince bir nefes aldım. Hayatımda hiçbir an içim bu kadar ezilmemişti. Hayatımda hiçbir an bu kadar arada kalmamıştım kendime karşı. Hayatımda hiçbir an bu kadar çekişkiler yaşamamıştım.
Balkon kapısından tam girerken o hariç herkes kapıdan çıkıyordu. En önde nişanlısı vardı. Bu düşünceye bile henüz kendimi alıştıramamıştım. "Yiyecek bir şeyler hazırlayacağız, sen onu yalnız bırakma, canı çok sıkkın." dedi. Annesinin gözlerinin nasıl dolduğunu gördüm. Bunca yıl hiç ayrılmamışlardı. Başka kişileri başka şehirlere göndermişti; bu durum daha önce de başımıza gelmişti, ama bu sefer asıl şahsiyeti ölüme gönderir gibi kederliydik. Kimse kimsenin gözlerine bakamıyordu, birimiz birimize değdiğinde ağlayacak oluyorduk. "Onsuz bu şehir eli boşalmış eldiven" gibi olacaktı. Tek nişanlısı mutluydu. Çeyiz dizecek, bir dahaki yaza yapılacak düğüne hazırlanacaktı. Onun içinde yalnız seneye yerleşeceği evin heyecanı vardı.
Bana tembihlendiği gibi yaptım. Ben balkona çıkarken o da içeri girmek için ayaklanmıştı. Beni görünce olduğu yerde durdu. Kaç yıl olmuştu? 3 yıldır onunla ilk defa yalnız kalmıştık. Her daim kaçtığımız an sonunda bizi ortalıkta hüzün dolanırken yakalamıştı. O gün hiç yaşanmamış olsaydı şuan ona söyleyecek çok sözüm olabilirdi. Oysa benim ellerim titredi, bakışlarımı çevirdim. Geceye baktım, göklere baktım. Bizi birisi görse eminim her şeyi anlardı. O bana gülümserken onun bana karşı hissettiği her şeyi, benim ona karşılık veremeyişimle hissettiğim iç ezikliğimi. Önce arkamı dönüp kapıdan çıkmak istedim, hatta evden çıkmak, sokaklara çıkmak, yollarda kaybolmak, Hava beni yutsun istedim. En sonunda ruhuma rağmen ona sarıldım.
İki kolumla boynuna sarılıp ağlamaya başladım. 3 yıldır hava ve su haricinde hiçbir şey paylaşmayıp bir çok şeyleri söylemek üzere biriktirmiş ama sonunda onu kaybetmiş zorunda kalmıştım ve bu durumda olduğumu dahi ona söyleyememiştim. O da bunu zaten bekliyormuş gibi, hatta eskisi gibi sağ eliyle sırtımı sıvazladı. Sol eli ise cebindeydi ve ben boynuna sarılırken omzunun kasıldığını büsbütün hissediyordum. Kırık gülüşü de beni teselli etmenin peşindeydi:
"Korkma, sık sık geleceğim. Hem düğün hazırlıklarım var. Nişanlımı bu günlerinde yalnız bırakmak istemem. Senin yine zor günlerinde yanında olurum."
"Ama biz hiç uzak kalmamıştık." diyebildim.
"Biliyorum." dedi. "Başka şehirlerde olmam bizlere engel olmayacak. Üstelik ilk giden ben değilim ki! Ben buradan kopamam, bilirsin. hem ilk tayinimde bu kadar uzaklara gitmem çok doğal. Bakarsın 2. tayinimde Ankara'ya gelirim."
"Ne güzel olurdu." dedim. Elinin sıvazlaması durmuştu. Ben ona sarılırken destek almak için balkonun sağındaki, hemen arkamızdaki balkonun korkuluğuna dayandı. ben de hala sağ omzundaydım, tamamen yanına doğru gelmiştim. Parmaklarımda kutup yıldızımı gösterdim.
"Bak benim her şeyimi bu yıldız bilir."
"Sen çok farklısın." dedi.
Birden bir cesaret geldi. Bana bu cesareti onun verdiğine eminim.
"Neden gidiyorsun?" dedim.
"Bunun pek çok sebebi var. Ama tahmin edersin ki en büyük sebep sensin. Ben buradayken hayatına devam edemediğini düşündüm. Belki evlenebilirsin, ama ben varken ben üzülürüm, her şeye şahit olurum diye buna cesaret edemezsin. Biraz da bu yüzden nişanlandım. Senin önünü açabilmek için. Nişanlımı seviyorum ama seni de yüreğimin şurasında saklıyorum. Ona bir hayat kurmak, benden beklentilerine karşılık vermek, kimsesiz hayatına kimse olmak çok güzel. Sen benim dokunulmamış, hiç tamamen benim olamayan bir parçamsın. Bu günah mı, günah olsaydı tutup alsalardı veya bir ümidim olabilseydi. Bunca yıl hep senden bir hareket bekledim. Sonra bir gün, hepsinin boşa olduğunu anladım. Senin o masada söylediklerin sahiciydi. İşte o söylediklerine inanmak hayli uzun zaman aldı. Belki ben sana geç gelmiştim, sen daha ilk gençliğindeyken belki de ikna etmeliydim seni. Yani gözünü benimle aç diye sana türlü oyunlar oynamalıydım. Oysa ben her şeyim kurulu olduğunda sana geleyim istedim. Ama dedim ya çok geçti. Hem de çok geç. Uzun zamandır kafamda gitmek düşüncesi vardı. Buna tamamen karar verişim de yine senin sayende oldu. Yaz başında hatırla, omuzlarımı sıktın benim. Ben oturuyordum, sen arkamdan geçiyordun. O an ne olduğunu anlamadım, anında vücudum yandı."
"Yemin ederim o an her şeyi unutmuştum, bütün o olanları unutmuştum! Eskisi gibi daldım."
"Biliyorum, biliyorum, korkma. Anladım. Ben seni zaten anladım. Hatta alıştım bile. Sadece bu kadar etkilenmem o gün yordu beni. İşte ertesi gün anneme artık bir hayat kurmak istediğimi söyledim. 1 ay sonra nişanlıydım zaten. Şimdi de yeni işim, yeni şehrim. Yine yolumu çizen sen oldun anlayacağın."
Yeniden sırtımı sıvazlamaya başladı.
"O günden sonra eski neşeni yitirdin. Artık evde şımarıp bizi güldüren sen değilsin. Bu hoş değil. Eski haline dön tamam mı, benden çekinme. Korkma. Üstelik hep böyle hırslı ol. Sen başardıkça ben mutlu oluyorum."
İçimden kızgın yağ akar gibi hissettim. Söylediklerine verebileceğim bir cevabım yoktu. Ona tekrar sarıldım:
"Sen benim için çok değerlisin. Sen benim kanımsın. Her şeyi özlüyorum. Ben eski halime dönerim, sen de dön tamam mı? Her şey için de özür dilerim. Böyle olalım istemezdim."
Yeniden gülümsedi. Gözlerimi sildi. Beni önüne aldı, omuzlarımdan tutup bana yön gösterdi. Uçuşan perdelerin arasından geçip yemek masasına yöneldik. Sanıyorum ki ilk andan sözlerimizi tutup eski halimize dönmüştük.
Geriye koca bir hayat sözü kalmıştı.
Odamdan çıkar çıkmaz salonun balkonuna gittim. Açık olan mutfak kapısının yaptığı cereyan bu bulutlu, hafif yağmurlu, çok nemli yaz akşamında kalbi daralan bedenimi biraz olsun serinletti. Derince bir nefes aldım. Hayatımda hiçbir an içim bu kadar ezilmemişti. Hayatımda hiçbir an bu kadar arada kalmamıştım kendime karşı. Hayatımda hiçbir an bu kadar çekişkiler yaşamamıştım.
Balkon kapısından tam girerken o hariç herkes kapıdan çıkıyordu. En önde nişanlısı vardı. Bu düşünceye bile henüz kendimi alıştıramamıştım. "Yiyecek bir şeyler hazırlayacağız, sen onu yalnız bırakma, canı çok sıkkın." dedi. Annesinin gözlerinin nasıl dolduğunu gördüm. Bunca yıl hiç ayrılmamışlardı. Başka kişileri başka şehirlere göndermişti; bu durum daha önce de başımıza gelmişti, ama bu sefer asıl şahsiyeti ölüme gönderir gibi kederliydik. Kimse kimsenin gözlerine bakamıyordu, birimiz birimize değdiğinde ağlayacak oluyorduk. "Onsuz bu şehir eli boşalmış eldiven" gibi olacaktı. Tek nişanlısı mutluydu. Çeyiz dizecek, bir dahaki yaza yapılacak düğüne hazırlanacaktı. Onun içinde yalnız seneye yerleşeceği evin heyecanı vardı.
Bana tembihlendiği gibi yaptım. Ben balkona çıkarken o da içeri girmek için ayaklanmıştı. Beni görünce olduğu yerde durdu. Kaç yıl olmuştu? 3 yıldır onunla ilk defa yalnız kalmıştık. Her daim kaçtığımız an sonunda bizi ortalıkta hüzün dolanırken yakalamıştı. O gün hiç yaşanmamış olsaydı şuan ona söyleyecek çok sözüm olabilirdi. Oysa benim ellerim titredi, bakışlarımı çevirdim. Geceye baktım, göklere baktım. Bizi birisi görse eminim her şeyi anlardı. O bana gülümserken onun bana karşı hissettiği her şeyi, benim ona karşılık veremeyişimle hissettiğim iç ezikliğimi. Önce arkamı dönüp kapıdan çıkmak istedim, hatta evden çıkmak, sokaklara çıkmak, yollarda kaybolmak, Hava beni yutsun istedim. En sonunda ruhuma rağmen ona sarıldım.
İki kolumla boynuna sarılıp ağlamaya başladım. 3 yıldır hava ve su haricinde hiçbir şey paylaşmayıp bir çok şeyleri söylemek üzere biriktirmiş ama sonunda onu kaybetmiş zorunda kalmıştım ve bu durumda olduğumu dahi ona söyleyememiştim. O da bunu zaten bekliyormuş gibi, hatta eskisi gibi sağ eliyle sırtımı sıvazladı. Sol eli ise cebindeydi ve ben boynuna sarılırken omzunun kasıldığını büsbütün hissediyordum. Kırık gülüşü de beni teselli etmenin peşindeydi:
"Korkma, sık sık geleceğim. Hem düğün hazırlıklarım var. Nişanlımı bu günlerinde yalnız bırakmak istemem. Senin yine zor günlerinde yanında olurum."
"Ama biz hiç uzak kalmamıştık." diyebildim.
"Biliyorum." dedi. "Başka şehirlerde olmam bizlere engel olmayacak. Üstelik ilk giden ben değilim ki! Ben buradan kopamam, bilirsin. hem ilk tayinimde bu kadar uzaklara gitmem çok doğal. Bakarsın 2. tayinimde Ankara'ya gelirim."
"Ne güzel olurdu." dedim. Elinin sıvazlaması durmuştu. Ben ona sarılırken destek almak için balkonun sağındaki, hemen arkamızdaki balkonun korkuluğuna dayandı. ben de hala sağ omzundaydım, tamamen yanına doğru gelmiştim. Parmaklarımda kutup yıldızımı gösterdim.
"Bak benim her şeyimi bu yıldız bilir."
"Sen çok farklısın." dedi.
Birden bir cesaret geldi. Bana bu cesareti onun verdiğine eminim.
"Neden gidiyorsun?" dedim.
"Bunun pek çok sebebi var. Ama tahmin edersin ki en büyük sebep sensin. Ben buradayken hayatına devam edemediğini düşündüm. Belki evlenebilirsin, ama ben varken ben üzülürüm, her şeye şahit olurum diye buna cesaret edemezsin. Biraz da bu yüzden nişanlandım. Senin önünü açabilmek için. Nişanlımı seviyorum ama seni de yüreğimin şurasında saklıyorum. Ona bir hayat kurmak, benden beklentilerine karşılık vermek, kimsesiz hayatına kimse olmak çok güzel. Sen benim dokunulmamış, hiç tamamen benim olamayan bir parçamsın. Bu günah mı, günah olsaydı tutup alsalardı veya bir ümidim olabilseydi. Bunca yıl hep senden bir hareket bekledim. Sonra bir gün, hepsinin boşa olduğunu anladım. Senin o masada söylediklerin sahiciydi. İşte o söylediklerine inanmak hayli uzun zaman aldı. Belki ben sana geç gelmiştim, sen daha ilk gençliğindeyken belki de ikna etmeliydim seni. Yani gözünü benimle aç diye sana türlü oyunlar oynamalıydım. Oysa ben her şeyim kurulu olduğunda sana geleyim istedim. Ama dedim ya çok geçti. Hem de çok geç. Uzun zamandır kafamda gitmek düşüncesi vardı. Buna tamamen karar verişim de yine senin sayende oldu. Yaz başında hatırla, omuzlarımı sıktın benim. Ben oturuyordum, sen arkamdan geçiyordun. O an ne olduğunu anlamadım, anında vücudum yandı."
"Yemin ederim o an her şeyi unutmuştum, bütün o olanları unutmuştum! Eskisi gibi daldım."
"Biliyorum, biliyorum, korkma. Anladım. Ben seni zaten anladım. Hatta alıştım bile. Sadece bu kadar etkilenmem o gün yordu beni. İşte ertesi gün anneme artık bir hayat kurmak istediğimi söyledim. 1 ay sonra nişanlıydım zaten. Şimdi de yeni işim, yeni şehrim. Yine yolumu çizen sen oldun anlayacağın."
Yeniden sırtımı sıvazlamaya başladı.
"O günden sonra eski neşeni yitirdin. Artık evde şımarıp bizi güldüren sen değilsin. Bu hoş değil. Eski haline dön tamam mı, benden çekinme. Korkma. Üstelik hep böyle hırslı ol. Sen başardıkça ben mutlu oluyorum."
İçimden kızgın yağ akar gibi hissettim. Söylediklerine verebileceğim bir cevabım yoktu. Ona tekrar sarıldım:
"Sen benim için çok değerlisin. Sen benim kanımsın. Her şeyi özlüyorum. Ben eski halime dönerim, sen de dön tamam mı? Her şey için de özür dilerim. Böyle olalım istemezdim."
Yeniden gülümsedi. Gözlerimi sildi. Beni önüne aldı, omuzlarımdan tutup bana yön gösterdi. Uçuşan perdelerin arasından geçip yemek masasına yöneldik. Sanıyorum ki ilk andan sözlerimizi tutup eski halimize dönmüştük.
Geriye koca bir hayat sözü kalmıştı.
Elif KÜLAH
Ezginin Günlüğü eşlik etti şarkısıyla bana yazarken:
"Bir dokun bin ah dinle, döner dünya dert içinde
Ademoğlu nisyan ile, biz isyan ile… "
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder