7 Kasım 2024 Perşembe

TELGRAF MEYDANI

"Biliyor musun,

iki insanın arasında, 

birbirine kızgın olmanın da bir değerinin kalmadığı anlar oluyor. 

Ve bu, çok hazin bir an."*

Tam 14 yıldır burada çalışıyorum. Bulunduğu meydana da adını veren bu büroda. Telgraf Meydanı'ndaki, o küçük kahvecinin yanındaki Özel Telgraf Bürosu'nda. Buraya gelmek için evimden çıkıp Limon Tepesi'ni geçmem gerekiyor, orası uzun bir yol. Özellikle soğuklarda birbirine değen donmuş dalların sesiyle yürüyoruz, ama artık o sese de alıştım, sadece kağıda vuran metallerden başka bir ses duymak ve ona alışmak hoşuma gidiyor.

Bu hikayemi dünyanın kaçıncı yüz yılında okursunuz ve mesleğimin ne olduğunu anlayabilir misiniz bilmiyorum ama ben telgrafçıyım. Dümdüz telgrafçı. Ülkenin büyük bir şehrinde yaşıyorum, bu şehirde birkaç tane telgraf bürosu var ve ben en önemlisinde çalışıyorum. Bu benim için gurur verici bir şey. Ben bu meydanda doğdum, burada büyüdüm ve hala aynı yerde yaşıyorum. Telgraf bürosu buraya açılmadan önce meydanın adının ne olduğunu tahmin edebilir misiniz? O zamanlar şöyle derdik; 'Limonlu yolun sonunda buluşuruz, Limon Meydanı'nda.' Evet, benim de buluştuğum birileri vardı anlayacağınız; hem de Limon Meydanı, Telgraf Meydanı olduğunda bile, ama bu hikayeyi sonra anlatırım.

Doğduğumdan beri burada yaşadığımı okudunuz. Yerlilerle samimi olduğumu da anlamışsınızdır. Telgrafçı olmak da bunu zaruri kıldı. İnsanların, aralarını benimle hoş tutmak dışında başka çareleri kalmamıştı. Ben onların dışarıya açılan kolları gibiyim çünkü. Daha doğrusu onlar, işimin sadece bu yönünü gördü. Hayır, işimden şikayet ettiğimi sanmayın. Size ne kadar zor olduğunu anlatmak için böyle bir giriş yazdım. Konuya bir türlü giremediğimi de anlamışsınızdır. Böyle zamanlarda ellerim biraz üşür, çünkü size bir itirafta bulunacağım.

İşimin en güzel yanı şu: kimin ne zaman düğünü olduğunu ilk öğrenen ben oluyorum, birinin bir bebeği olduysa, aşıklar gizli gizli buluşacaksa, özel bir anlaşma olursa, dostlar birbirini özlediyse ilk benim haberim oluyor. Bazen evlerinde kutlamalara şahit oluyorum, bazen beni davet yemeklerine çağırıyorlar. Bunlar güzel haberler, bir de kötüleri var. İnsan böyle zamanlarda dünya dursun istiyor. Benim biraz da anksiyetem vardır biliyor musunuz? Ellerim üşümekle kalmaz, nefes alamamaya başlarım. Telgrafçı olmak beni aynı zamanda doktor, mezarcı gibi başka kişiler de yaptı. İşte itirafım burada başlıyor. Çocukken sınıf arkadaşım olan, sonraları akşamları bir şeyler içmekten keyif aldığım (onu gerçekten sevdiğimi de itiraf edebilirim.) K.'ya babasının öldüğü haberini bir süre gizledim. Söyleyemedim, ne diyecektim, çoktan gömüldüğü haberi gelmişti ve K.'nın yaşlı babasının o uzak kentteki akraba ziyaretinde mutlu olduğunu söylediği andaki gülümsemesi aklımdan çıkmıyordu. O gülüşü gitsin istememiştim. İçimde çok savaş verdim ve bunu sakladım. Sonra onun ölümle ilgili fikirlerini öğrendim. Onu aslında hazırladım, akşamları daha sık dolaşmaya çağırdım ve 10 günün sonunda sanki telgraf yeni gelmiş gibi ona haberi verdim. Bu yaptığım sizin yüzyılınızda da günah mı? Şimdi biraz esneyerek nefes almam gerekiyor.

Hikayemde benim açımdan hüzünlü bir an da var. Bir telgrafçı, dünyanın en ulaşılabilir insanıdır. Biri, hangi büroda olduğunuzu biliyorsa, istediği her an size yazabilir. İşte, her an ulaşılabilir biri olduğunu bilip bir telgrafın bile hiç gelmemesi de bir kalbi bir ömür ağrıtabilir. Neden bunları söylediğimi düşünüyor olmalısınız. O kişi, Y., benim Y. Bir zamanlar benimdi.

Kendimi size daha fazla tanıtmak zorunda kalsam, eğlenceli, komik, konuşmayı ve dolaşmayı seven biri olarak ifade ederdim. Bir de duygusal olduğumu ama asla romantik olmadığımı söylerdim. Fazla fedakar olduğumu, gereğinden fazla herkese yardım ettiğimi, herkesin kötü gününe koştuğumu falan. Tabii bunlar eskidendi. Y.'den önce. Y. benim, iyi niyetimin son damlasıydı. Beni kullandı diyemem, kullanmadı da diyemem. Yaralı olduğu bir anına denk gelmiştim, benimle toparlandı ve Telgraf Meydanı'nı terk etti. Gitmeden önce o da burada yaşıyordu evet, eskiden beri. Evet çok eskiden beri diyebilirim.

Y.'yi uzun uzun anlatmak istemiyorum. Ona sorsanız, eminim bambaşka şeyler anlatacaktır. Benim bu hikayede anlayamadığım ilk şey, hayatının bir döneminde beni tek önemli şeymişim gibi hissettirip sonra yavaş yavaş her şeyi bırakması, bıraktıklarının farkında olmasına rağmen bunu normalleştirmesi, sıradanlaştırması, ben sustukça daha da uzaklaşması, uzaklaşıp bir gün tamamen gitmesi, gittiğinde de yerimi bilmesine rağmen beni hiçbir an merak edip yoklamamasıydı. Bu hikayede anlayamadığım bir diğer şey de o kadar zaman sonra bana ondan gelen bir telgrafın kafa karıştırıcı halidir. Hemen açıklıyorum. Öncesinde esneyerek almam gereken bir nefes daha var.

Telgraf cihazımdan gelen sesle irkilip ne yazdığını okumaya başlarken, o telgrafın bana mı geldiğini anlayamamıştım. Beklemeyi çoktan unutmuştum çünkü. Şöyle yazıyordu:

16 Şubat akşamı 18:45'te Telgraf Meydanında.
A.'ya.

Bu notu, bana yazmasına gerek yoktu. Ben her akşam zaten 18:45'te Telgraf Meydanında oluyordum.

Bir de bu nota ismi açık yazması gerekiyordu. Şimdi bu not abisine miydi? Bana mıydı? En yakın arkadaşı A.'ya mıydı? Onlara bu notu söylemeli miydim? Tarihe 3 ay vardı. Neden bunca yıl sonraydı? Neden 3 ay önce yazmıştı? Size yukarıda kendimle ilgili bahsetmeyi unuttuğum bir şey daha var; belirsizlikten nefret ederim. Kalbimin ağrısını anlamayan kişilerden daha çok. Tam 3 ay karnımı, kalbimi ağrıtacaktı; o A. kimdi, bunun benim içimi yiyeceğini bile bile yapmıştı bunu. 

Şimdi size 16 Şubat akşamı Telgraf Meydanında neler olduğunu anlatmayacağım. Burada asıl söylemek istediğim, benim hayatımın büyük bir dönüm noktası olan, benim dünyaya dair gözümü açan o belirsizliğin nelere mal olduğudur. O günden sonra geçen 3 ayda, Y.'nin bana saklamak gerekçesiyle birkaç yalan söylediğini öğrendim. Beni bekletmeyi sevdiğini de. O, bu hissinin farkında bile değildi. Bu inanın çok acı.

Hala telgraf meydanında çalışıyorum. İşin tuhafı, o da burada yaşıyor. 16 Şubat akşamından beri Limon Tepesi'nde hiç kimseyle yürümedim. Bir de söyler misiniz, K.'nın babasına yaptığım benim kalbimi ağrıttığı kadar ağır bir günah mı?

Şimdi işte, uzunca esnemem lazım. 

*İşin Aslı Judit ve Sonrası

2015-Ankara

5 Kasım 2024 Salı

"Judit Aldozo işte bu yalnızlığın içine girdi."*


Hatırlıyor musun İşkence Bahçesini? Sevmediğimi bile bile beni her seferinde götürdüğün o bahçe, benim işkence bahçem. Renkleri başka biri, kokuları başka biri, dikenleri başka. Ben olmayan, benim dışımda. Şimdi yine oradasın, oradayız. Çok uzun zamanlar sonra, buluşmak için yeniden burayı seçtin ama senden önce, benim sana itiraf etmem gereken bir şeyler var.

Seni, derin düşüncelere dalan biri sanmam, büyük bir yanılgıydı. Bu cümleyi bir yerde mi okumuştum, yoksa uzun zamandır benim zihnimden mi geçiyordu bilmiyorum. Sonuç değişmez. Seni, başlarda beraberinde getirdiğin o tatlı günler gibi, sonsuz sanmam yanılgıydı işte. Farklı sanmam seni, aldanmam. Ben hep aynıydım. Aynı fikirler, tutkular, hisler. Senin fark ettiğim birkaç yalanına rağmen. değişmemeye çalıştım. Her salı ve perşembe, sözleştiğimiz gibi saat 12'de saçımı yapıp, güzel giyinip burada bekledim seni. Gül bahçesinde. Oysa ben gülleri sevmem, ben nefret ederim güllerden, güller başkalarıdır çünkü. Buna rağmen geldim, sırf sana yakın diye, sen fazla gelme diye, sen yorulma diye, ben gelirim hep, her salı ve perşembe, sonraları senin asla açıklama yapmadan gelmediğin o tüm salı ve perşembeler gibi. Gelip beklediğim, soğukta, sıcakta, yağmurda. İnsanlara yalan söyleyip, kapılarımı kapatıp, her şeyimi senin için ertelediğim o saat 12'ler. Senin bazen hiçbir şey söylemeden evinde uyuduğunu, bazen istemediğini, bazen başkalarına koştuğunu bile bile, belki gelirsin diye bekledim. Şimdi anlıyorum, büyük yanılgıydı bu. Şimdi şu eldivenlerimi bana verebilir misin?

Bütün bunlarda derin bir anlam var. O kutuyu açıp bakmanı çok isterdim. Kendi kalp kutunu, açsan göreceksin değişenlerini. Ama sen, fotoğraflarımıza bile asla bakmayan birisin. Senden bir fotoğraf istemiştim, 8 yıl önce. Çok uzun süre bekledim. Beklediğim, bildiğin başka çok şeyler de oldu. Sen duymazmış gibi davrandın. Duyduğun halde. Bildiğin halde beklediğimi. Ben bekledikçe, hiç istenmemiş ve söylenmemiş gibi davrandın. Tüm isteklerimi görmezden geldin. Senin kendine itiraf edemediğin bu. Şimdi hikayemize dair görebildiğim en net çıkarım bu. Biliyor musun, bunları içimde büyük bir rahatlıkla yazıyorum. Hepsinin hesabını 8 yıl tuttum. Üşüdün mü?

Bunca zaman sonra kendime çok zor itiraf ettiğim şeyler oldu. Bizi büyülü ve geçmez sanmıştım. Senin bir duruşun vardı ve benim içine giremediğim ya da senin beni içine almadığın bir hayatın. Sen o hayat ve benim aramda köprü kuramadın. Ben buna alışmaya çalışırken, beni önemsizleştirmeni normalleştirmemi çok sevdin biliyorum. çünkü kolayına gelmişti. Hayat böyledir ve kibir kötü bir şeydir. sen kibirli biriydin. beni, kötü ve değersiz hissettirdiğini bile bile inkar ettin ama ben olanları daima gördüm. Birazdan kalkalım mı?

Kendini benim tarafımdan görmeni çok isterdim. Beni kuruntudan başka hiçbir şeyle bırakmadığın tüm o zamanları, beni sana geldiğim her an boşlukla beslediğini, senin için sıradan olan birine bile bana özendiğinden daha çok özendiğini gör isterdim. Bunları bile bile bu gül bahçesine gelmeye devam ettim, pardon işkence bahçesi.

Sana uzaktan baktığımda her şeyi anladım, içindeyken göremediklerimi. Şimdi senden itiraf etmeni istediğim bir kaç şey var. Neden gülleri sevmediğimi ve buradayken acı çektiğimi bile bile buluşmak için hep bu gül bahçesini seçtin? Birinin senin gelmeni ya da aramanı istediğini defalarca söylediği için bildiğin halde onu karşılıksız bırakmak sana ne hissettirdi veya amacın neydi? Bunu neden yaptın? Kayıtsız kalmayı nasıl başardın?

Çok susadım, hadi gidelim. Seni dinlemek istemiyorum. Zaten 8 yıl geçti. Artık konuşacaklarımızın bir önemi yok. Benim dünyadan bihaber olduğum bir döneme gelmiştin, çok inanmıştım, işin özeti bu. Ama unutma, kibir kötü bir şeydir. Şu elimdeki radyoyu almak ister misin, çok şarkı tutmuştum, seversin.

*İşin Aslı Judit ve Sonrası

Önerilen Şarkı: Canozan-Seni gördüğüm an