23 Mart 2025 Pazar


"Dokuz yıl önce bir şey söylenmişti galiba.
 -Ayrılık yok!-.
Buna benzer bir şey söylenmişti, bu söylenmişti,
gecede, deniz fenerleri yanıp sönerken, dönenip dururken,
kırmızı ve yeşil gözyaşları dinsin diye söylenmişti:
Ayrılık yok!"*


22 yaşımdayken görmüştüm saçımdaki ilk beyazı. Tam 22 yaş. 26 yaşıma kadar pek çoktular, önünü alamadığım bir şekilde hız kazandılar ve şimdilerde 36'lara pek yaraşmayan bir halde her yeri sardılar. Hayatımdaki, kusursuzluğa hayran birileri tarafından hep parmakla gösterilen bu halim, onları rahatsız etse de ben bir eylemde başı çeker gibi bu dik duruşumdan memnunum. Şikayetim yok bundan da. 

Şimdi size bu hızla artan ivmenin sebeplerini dökecek vaktim yok. Çünkü az önce, kendimi başkası sandım. Olur olmaz bir halimle karşıma çıkan kendimi. Kumluk'ta. Gecenin bir yarısı, hiç bilmediğim bu adama, onu dünyada en çok tanıyan kadın olarak. Buz gibi soğuğun içinde. "Seni şu an öpmek istiyorum ama bunu hiçbir zaman yapmayacağım." diyerek kendimi kendime ele verdim. Ne olduğumu, kim olduğumu. Hiç düşünmeden kalbimin bir odacığından çıkıp ağzımdan onun ağzının ucuna dökülen bu kelimeleri kurarak. Kelimeler o göğsümden ağzıma gelene kadar geçtikleri yolları düğüm yapıyor. Boğazımda en büyüğü ve bu düğüm ömrümün sonuna kadar gitmeyecek.

Rüzgar aramızdan geçiyor. Soğuk. Kumluk'ta denizin soğuğu bizi donduruyor. Ben alışkınım ama o denizin kesen yanını daha önce hiç tatmamış. Ankara'ya benzemiyor diyor. Gülümsüyorum. Çoktan unutmuşum oraların soğuğunu. Kumluk var artık. Buralıyım. Denize çıkan yolları alışkanlık haline getirmişim.

Elimizdeki, birkaç saat önce pişirdiğim, termosa koyduğum çayla ısınmaya çalışıyoruz. Bu mevsimde, buralarda açık yerler bulmak zor. Bu saatte insan bulmak imkansız. Seni bulduğum için şükürler olsun, onca insan içinden. Şimdi havadaki bu soğuk, donmuş bir demire dokunur dokunmaz yapışan bir el gibi beni sana çekiyor. Senin sıcaklığına yapışıyorum. Ayrılmak zor. Ayrılmak kolay olmayacak. Önce şu az önce kalbini döken yanımı biraz yatıştırman gerek. Ama bu işi yine bana bırakacaksın biliyorum. Söz, içimdeki sana dair savaşları yine sana hiç çaktırmadan kazanacağım. Merak etme, sessiz sessiz, ruhun bile duymadan. Seni hiç rahatsız etmeden bir su gibi yanında akıp gideceğim. Kalbimi susturmanın yollarını bildim, öğrendim. Böyle devam ederim.

Ona bunların hiçbirini söylemeden, kalbimin hiçbir yeri kırık değilmiş gibi yine gözlerimi ondan alamadan her yerine bakıyorum, karanlıkta. Soğuk bana oğlumu hatırlatıyor. Üstü açılmış mıdır, örtülmüş müdür, çok soğuk. Çorapla asla uykuya geçemeyen ayakları kaldıysa açıkta, her seferinde içimi acıttığı gibi donmuştur.

Aklımın olduğum ana dönmesi ışık hızında oluyor. Aklıma gelen fotoğrafımızı konuşmaya başlıyorum. 16 yaşımızda ilk çekildiğimiz, terli ve genç yüzümüzle biraz gururla çekildiğimiz ama yandığı için asla göremediğimiz ilk an. Sonraki 4 yıl birbirimizi bir daha hiç görmediğimiz için yenisini çekilme fırsatı da bulamamıştık. 20'lerimizde yeniden buluştuğumuzda bu sefer yanmasın diye dualar ettiğimiz o fotoğrafı o çoktan unutmuştu, ben bunca yıl saklamıştım. İstifçiyimdir. Ona o zamanlar bir anlam yüklediğim için değildi bu. Anlam yükleyen oydu. 35 yaşında Kumluk'a bir önceki kış gelişinde fotoğrafı eline bir idam kararı gibi vermiştim. Vay be demişti sigarasını yakıp. Kışın soğuğundan gevrekleşmiş şezlongda arkasına yaslanıp arkamızdaki sokak lambasına doğru iyice kaldırıp uzun uzun incelemişti. Bu kadar mutlu olduğum başka bir fotoğrafım var mı bilmiyorum demişti. Nasıl anlamazsın. Gülmüştüm, Şu serçe parmağın 3 parmak aşağı inip tenime dokunsaydı, muhtemelen kainat yerinden oynardı, anlardım. Artık kötü kalitede de olsa gece görüşlü kameramızı açıp video bile çekmiştik o gece. Zaman zaman 16'larımıza döneriz demiştik. Doğruydu. Kumluk'ta.

Artık sıkıldığını düşünüyorum. Soğuk nefes aldırmaz hale gelmiş. Arabaya binelim diyorum. Seni arkadaşına götüreyim artık. Merak etmesin. Etmez diyor. Eder bence diyorum. Gülümsüyor. Bu o yalancı gülüşü. Ne zamandır olmamıştı, ne zamandır böyle içten güldürememişim onu demek ki. Yalancı dememin sebebi, çok güzel olması. Bir insan bu kadar güzel gülemez. Ben yine içimde kendimi karalarken o peki diyor. Sen nasıl istersen. Denizi sağımıza alıp minik taşlı yoldan yürüyüp arabaya çıkmaya çalışıyoruz. Rüzgar saç, atkı, çanta bırakmıyor sanki üstümüzde. Kumlara bata çıka yürüyoruz. Konuşmak da birbirimizi duymak da imkansız şimdi. Gerçi, dönem dönem bunu rüzgarsız anlarda da hissettiğim olmuştu ama şimdi rüzgar bizden daha çok şey anlatıyor. Bir de yazın gelmelisin buralara diyor. Hep soğuklarda geliyorsun. O zaman keyif alırsın. Şimdi üşümek bir işe yaramıyor. Umarım duymuştur, anlamıştır diye düşünüyorum.  Soğuğu, onu yazın da buraya gelmesi için ikna eden rüzgarın dinmeyen gürültüsünü.

Arabaya biniyoruz. Birkaç anahtar hamlesiyle ancak çalışıyor. Henüz teybi var arabamın. Hadi bakalım ne çalacak diyoruz. Kainat o an yerinden oynuyor. Ben bunu duyuyorum. O yine duymuyor. O şarkı çalıyor. Yıllar önce birbirimizi bir daha hiç göremezsek diye mektuplara defalarca döktüğümüz o şarkı. İşte buna alelade bir tesadüf diyemezsin. 20 yıl sonra, Kumluk'ta.

Umarım, 20 yıl sonra, Kumluk'ta...


Datça.
2009
*Cezmi Ersöz
Önerilen Şarkı: Göksel-Gidemiyorum.
Fotoğraf 2008' İnkum sahili, Zenit'le çekilmiş ve nihayet yanmamış bir fotoğraf.
Öykü 2009 Datça'sında Kumluk'tan kalma. 


11 Mart 2025 Salı

 Sevgili okuyucu,
Bu öykü, 2013'te bir dergide yayımlanmış bir öykünün yeniden yazılmış halidir.
Olayların gerçekle alakası yoktur ama ilişkisi olmadığına söz veremem.
Her nereden okuyorsan, bu öykümde yorumun benim için çok kıymetli...
Yazarken Güncel Gürsel Artıktay'dan Uzak yol ve Bu yüzden şarkılarını dinledim, sen de dinlersen o tadı alırsın.
Sevgilerimle...


"Şarkının sonuna dek mükemmel ve sonsuz bir hayat."*

Merdivenden çıkan ayak seslerini duyuyorum. Yavaş çıkışların veya hızlı çıkışların ne anlama geldiğini ezberledim. Bu gece memnunsun, mutlusun, isteklisin. Gün çoktan battı ve evini aydınlatan o sokak lambasından başka hiçbir ışık yok içeride, sen yokken. İstemiyorum. hep karanlık olsun. Örtüsüz derimi gör istemem. Çıplak benden utanırım, henüz sana hiç göstermedim.

Kapıyı aralıyorum sana, kapının arkasına saklanıp. Başımı öne eğip, senin bana bakmana izin vermeden 3 kat cama saklayıp örttüğün yüzümü alıyorum elinden. Enerjim kalmamış, hepsini emmişler gibi. Öyle hissederim bazen. Sen kime gittiysen o gün, onun beni kullanışı tüketir beni. Bu gece ağlamış olmalıyım, üzgün olmalıyım, yorgun olmalıyım. Nasılsa anlatırsın.

Yan odaya gidip yüzümü giyiyorum yeniden. Eskiden sen beni kapının önünde beklerdin. Üzülürdün bazen. Yorgunluğumu anlardın, kapıyı yeniden açtığımda sarılıp kucağına alırdın. Salonuna taşırdın. Sarı kareli koltuğuna götürürdün. Gözlerimi beraber silerdik. Anlatırdın kime sattıysan beni. Ne yaşadıysam o akşam. Senin gibi kimse olmaz derdin. Sen bu kainata gelmiş en güzel şeysin. İnanırdım, işime gelirdi. Yaşım dururdu. Sakinleşirdim. Bir dahakine böyle hazırlardım kendimi. Bitmez sanırdım bu sıcaklık, hep böyle olur sanırdım. Yanılmışım.

Senin gibisini görmedim demiştin. O cenazelerde ağlayamayan ama beni satın alıp ağlayan kadınları anlatırdın. Koca sahnelerde şarkı söyleyen kadınların benim yüzümü takınca nasıl yüzlerce kişiyi etkileyip kendilerini alkışlattıklarını, kocalarıyla ve yalanlarıyla yüzleşme randevularında beni takanların nasıl gözlerini süzüp onları ikna ettiğini anlatırdın. Onları izlerdin. Oralarda, yakınlarında. Başlarda hoşuma giderdi bu hikayeler çünkü sen önce beni dindirirdin. Hep aynı sözler, aynı cümleler. Bunları ben çok sonra fark ettim ve sen de sonraları beni görmemeye başladın. Tek düşündüğün yüzümü kaç kişiye, ne kadara satacağın oldu. Artık sarı koltuklarda paylaşılan anılar yok. Sonunda, etim de çürüdü, çürük ağızlara değe değe. 

Kapının aralığından sana bakıyorum. Küçük sarı ışığı açmışsın. Eline telefonunu alıp tok karnınla bir şeylere baktığını görüyorum. Muhtemelen hala alışmamış olmama kızıyorsundur içinden ama hangisine? Hangisine alışmamış olmama kızdığını anlayamıyorum. Her şeyi normalleştirmiş olmana mı, beni başkalarına tercih etmene mi? Ben ikisine de kızgınım.

Yavaşça yanına geliyorum. Ağladığımı görmüyorsun. Görsen de bir anlamı kalmadığını biliyorum. Vücuduna sokuluyorum. Sıcacıksın. Seni kokluyorum. Konuşmanın bir çok yolu vardır, ben sende yollar bulamıyorum. Yavaşça kalkıyorum. Odamıza gittiğimi anlamıyorsun, peşimden gelmiyorsun. İsteğini de birileri dindirmiş olmalı.

Beni yıllarca  kapattığın iç içe geçmiş cam fanusları alıyorum. Parmak uçlarımda kapının önüne geliyorum. Sen hala bambaşka dünyalardasın. Sarı koltuğuna ve sana son kez bakıyorum. Konuşmuyorsun ama ben pek çok şey duyuyorum. Bu hayatta hiçbir amacım yok ama seninle olan savaşım bitti. Ben asla kalamayacağımı göremediğim bu evi evim sanmıştım ve sen beni bu evin içinde evsiz bıraktın. Bu hissi en derinimde hissediyorum.

Kapını açıyorum. Sessizce kapatıyorum. O ses, farkına varamayacağın bir ses, biliyorum. Sen, benim o merdivenlerden çıkan ve inen ayak seslerimi de bilmezsin, kaldırımda kırdığım camların sesini de duymazsın. Kalbimi zaten hiç duymadın.

Sokaklara özgür çıkınca dilimde o şarkı, seni tanıdığım gün de bunu mırıldanıyordum ama bu kez farklı. Bu kez bu şarkı bana ait. Sen şimdi buna kader mi dersin yoksa öyle alelade bir tesadüf mü?**

*İntermezzo-Sally Rooney
**Sultan dizisi
Önerilen Şarkı: Sezen Aksu-Elveda
Not: 2012-2013 yıllarından birinde bir dergide yayımlanan bu öykünün eski versiyonunda yine aynı şarkı geçmiştir.

Elif Külah Kuzu

2025-İzmir