27 Ekim 2014 Pazartesi

Elsa'ya son mektup

Sevgili kızım Elsa,

Bu mektubu senden yaşlarca uzakta değil yanıbaşında yazabilmeyi dilerdim. Ancak bunun hiçbir zaman imkanı olmadı. Seni beynimde yarattığım günün üzerinden ömürler geçti. O sabaha süren geceden, yüzüme vuran ışıktan, "hasret" olmayıp "Elsa" olan isminden çok uzun zaman geçti. Hala sana yazdığımı görenler, duyanlar, bilenler benim hiç ilerlemediğimi düşüneceklerdir. Bilakis, seni kocaman bir kız yapacak kadar ilerledim ben.

Arkadaşımın Burcu'nun bana anlattığı rüyayı anlatmış mıydım sana? Elif, demişti; Elif Elsa'yı gördüm! Simsiyah, omuzlarında saçları vardı. Yüzü bembeyazdı ve gözleri yemyeşildi! gülümsemiştim o anlatırken. Tam kafamdaki sen. Görünmezim, olmayanım; nasıl bir duygudur bir ömür bir yüreğin köşesinde hiç var olmadan yaşamak?

Bu kalemi son kez elime alıyorum senin için. İlk defa bu kadar uzağım senden. Zihnimde dahi uzağım şuan. Ben de hayale yakınım çünkü. Gerçekten var olsaydın ben de yanına kurabiye koyardım ve odanın kapısını kapatırdım iyice. Veya sana da içirirdim ilaçları ya da sana da taş doldurur ve sürüklerdim nehire. Olmadı beraber koşar atlardık taksiden indiğimiz köprüde. İstersen hem ilaç içer hem de camdan atlardık. Daha niceleri kızım. hepsini seninle yapardım şuan yanımda olsaydın. Oysa ben şimdi bunlardan birini seçeceğim. Hepsi denenip sonuca ulaşabilmiş çözümlerdir bunlar. Hiç canım yanmayacak korkma. Korkma canım kızım..

Çok uzun zamandır düşünüyorum. Nilgün ve Sylvia gibi bir imza olarak 30 yaşıma kadar sabredebilmeyi bekledim. Ancak bütün insanların mahmur ve kör gözlerine tahammülüm kalmadı. Bu dünyada seninkinden farklı olarak kalpleri siyah olan insanlar var. ve ben onları ne zaman görsem canlarını almak istiyorum. bunu yapmamak için avuçlarıma parmaklarımı geçiriyor ve kendime zarar veriyorum. Bir de kaderi algılayamayanlar var. Örneğin hayatım boyunca unutamayacağım bir kaç anıyı unutamadığım için zalim, yalancı hatta şerefsiz bile sayılabilirsin bu dünyada. Sanki belleğin silinir bir şeymiş gibi davranırlar sana. "Al işte, unutamadın onu, başkasını sevmiştin önceden, benden sonra başkasını nasıl seversin" gibi yüzlerce soru sorarlar sana. Sanki kalbin elindedir ve o köşelere sen bile isteye yerleştirirsin insanları.

İşte Elsa'm. Sabrımın son damlası o yaraladıkları kalbimle akıp gitti içimden. boşalıyorum. Dedim ya, bunu çok düşündüm. Belki bu gece, belki bir kaç gece sonra yalnız hayalini koruyabildiğim bedenimden kurtulacağım. Başımı O'na versinler, beni en çok o sevdi. Ellerimi O'na versinler, o ellerimi hiç tutmadı. Defterlerimi bir süre kimse okumasın. Gider gitmez herkesin bana düşman kesilmesini istemiyorum çünkü. Fotoğraflarımı bizim dergiye versinler. Makinalarım da beni en çok sevene kalsın.


Sen Elsam... Sen kaldığın yeri bilirsin....

26 Ekim 2014 Pazar

Yeni bir hastalık (mı?): Ölüm

Onu, evime getirip yeniden köklendirdiğim kızılcık ağacına astım. Omuzlarından. Onu, omuzlarından kızılcık ağacına bağladım. Kirpikleri ile gözkapaklarının birleştiği yere en hareketli, en küçük, bebek sülükleri yerleştirdim. En açını. Kirpik kökleri kanayana kadar ayırmadım kana doymak bilmeyen siyah, minik, kaygan bebekleri. Zaten akan yaşlarına bastım tuzu; en ince, gözeneklere girmeye en müsait tuzu. Çığlıklarını dinledim sonra. Acısı azalsın diye yaraları büyüttüm. Malum küçük yaraların nasıl acıdığına hepimiz şahidiz! İğnemin ucuyla büyülttüm kirpik köklerini. Hepsi de yolmuşcasına dökülüverdi. Çok da üzüldüm kirpiksiz kaldığına! Neyi süzecek şimdi başkasına?!

Uzun bir dinlenmeden sonra dudaklarına geldi sıra. Güzel, sevdiğim dudak izlerini, aralarını, çizgilerini, yarıklarını belirginleştirmeyi istedim. Bunun için neşter, sivri uçlu bıçak, falçata yeterliydi belki ama ben makası seçtim. İlk çizgide sanki yıllarca hapis kalmış kuş sürüsüymüş gibi fışkırıverdi mercimek boyutunda et parçası. Bu; koca dünya için bir kıtanın havalanıp uçması gibi bir şeydi elbette, o küçücük dudak için.

6 adet çizgiyi açınca oralara ne yapacağımı düşündüm. Zira bu kırmızılığı önceden düşlememiştim. Biraz karşısında bekledim. Kirpiksiz yüzü, saçsız başa benziyordu. Ona gülümsedim ve "cesaretine bir kez daha hayran kaldım!" dedim. Bunu söyleyince aklıma güzel bir fikir geldi ve az önce gözenek büyütme işleminde kullandığım usta iğneyi elime aldım ve onun gibi 4 adet daha buldum. Az önce de demiştim ya dudağında 6  adet yarık açmıştım. En uçtaki 3 adet çizginin arasında kalan 5 tane et parçasına geçirdim iğneleri. Bunu yaparken de elbette defalarca özür diledim ondan;

"Beni affet! İğne yerine sevdiğin takılardan takmak isterdim ama bunlara kalıverdim işte!"

Yeni haliyle dünyanın en farklı insanı olmaya aday olabilirdi. Kırmızı gözleri, iğneli dudakları!

Yanaklarının bomboş bir tarla gibi durmasına izin vermeyecektim elbette. Daha önce bir mobilyacıda gördüğüm bir aleti kullanacaktım. Bu alet; mobilyalarda yuvarlak delik açmak için kullanılan, testere dişleri olan yuvarlak bir matkap ucuydu. Bunun da boyutları vardı ve ben en küçüğünü seçmiştim. Öyle çok değil, yalnızca 1-2 saniye kullanacaktım onu. Tam elmacık kemiklerine işaret koydum. Aynı yer mi diye uzaktan baktım. Simetrik olmayan her şey başımı ağrıtır çünkü. Buruna ve gözlere eşit uzaklıkta olan noktalara yaklaşıp ikişer saniyede yarıkları açtım. Bıçakla yanlışlıkla kesilmiş bulaşık süngeri gibi  pürüzlü olmuştu yanakların kesikleri. En çok kan da buradan çıkmıştı:

"İyi beslenmişsin güzelim!"

Cama yaklaşıp gökyüzüne baktığımda havanın kararmaya başladığını gördüm. Akşam yemeğimin saati yaklaşıyordu. Canım da yemekten sonra şiir okumak istiyordu. Ona bu kadar makyaj yeter diye düşündüm. En son olarak bir kitapta okuduğum yöntemi uygulayacaktım. Bunun sonuçlarını gerçekten merak ediyordum.Yüzünün şeklini görmek istiyordum. Pantolonunu indirdim ve alt tarafını tamamen soydum. Bu iş için okuduğum kitapta bir fare kullanmışlardı ancak ben bunun için bir araştırma yapıp hamamböceği gibi en dayanıklı böcekleri seçtim. O böceklerin hepsini deliklerinden içeri soktum. Çığlıklarının sebebini ise tahminimin tersine hiç merak etmedim.

Saatimi kurdum ve ne zaman öleceğini düşünerek yemek masama doğru ilerledim.

Elif Külah.

22 Ekim 2014 Çarşamba

Ben bir beyaz gül idim
Dalımdan kopmuş idim
Dikenimle yaraladığımı
Sol yanıma gömmüş idim.

Bülbüllerün işlerini,
Aşıkların güçlerini,
Yanmışların düşleriıni,
Kendimle doldurmuş idim.

Zamana rengimi,
Havaya suyumu,
Toprağa nefesimi
düşünmeden vermiş idim.


Elif Külah.

Farklı topraklarda büyüdü o 2 gül. sonra aynı demetin kaderi oldular. nasıl derim "ben gül sevmem. gülü o sevdi!" benim payıma düşen ertelenen ölümleri ve ayrılışları yüreğimde dün gibi tutmaktır, bil. yatağının altında biriktirdiğin etleri, dudakları, kolları, öpüşleri, boşalışları, bakışları, şuan kalbimi nefretle yakan bir düzeni de lanetlemektir, bil. ben dedim, ben yoldan geçeni severim. sonra onu beklerim. ona yazarım ben, küserim.

"durdu. nefesini tutup. gözlerini dikti pencerelere camlara gitmelere uçmalara karanlıklara gtmelere ve özgürlüklere ddikti gözlerini. yönünü dikti çevirdi hepsine. gözlerini bıçaklara elini alıp parmaklarını süürrttü sürtünür gibi kadnlara, kızlara sürter gibi sürtünüp durdu ve hazzının derinlerine bakındı kanını döküverdi yaşını ya da ve ayn şey olduğunu düğüşünür düşünmez irkildi. gerçekten aynı kefeye nasıl koymuştu yani yaşı ve kanı aynı şey olarak nasıl geçiverdi cümlesinden."

içimden hiçbir yola çıkmayan şeyler yazmak geçiyor. Şu yazıda dahi, o erkeğin yanında oturan kıvırcık saçlı kız var NASIL DERİM ONA! ÖLDÜR ONU ÖLDÜR ONU VE KURTUL ŞU ETSEL KAFESTEN lanet olsun dönek seni, verdiğin sözlerden döndün sen! geceleri uykusuz bıraktıklarına döndün yüzünü ve sonra duydun işte senin ağzının payını verecek o cümleyi! kuracak kendini gördün mü, alarmlı saatler gibi kuracak kendi hayatını! her şey yerli yerine yerleşecek ve senin düzensizliğin öyle gülünç kalacak onun yanında! o zaman göreceksin gezebilmeyi! sonra yine dualarına sığınacaksın ve iş işten geçmiş olacak dönek seni! hakkın neydi ki!

1 Ekim 2014 Çarşamba

bu yüzden hatalarım...

Küçüğüm, narinim, kırılganım...

Koca ömürleri geçirdim. Koskacaman yıllar geçip gitti ömürlerden. Çoğu zaman diken üstünde... Sonra battı o dikenler, en derinlere; hem kalbime hem gözlerime. Ondandır bu kanayan ruh ve göz, bu yüzden akmaları  bilmez gözümün bebeği...

ah benim kırılganım, tek sözümle yorulanım... Ağzımdan tek yanlış harf çıkmasın diye beni yoranım... Nasıl anlatırım, nasıl anlatılırsın sana sen, sana seni? Nasıl anlatılır karşılık vermeyen beklentilerin? milyon kelimeye susuşların, yalnız gelmeyi ve hayal kurmayı sunabileceğin koca aşk? nasıl dile dökülür beni bile bile ateşlere atışın, o kazanda beni kaşıklarla karıştırışın.

Bundandır kalbimin sönmeyen yangını, küle döndüm ey! düşünmekten ve dert edip biriktirmekten ağırlaştı ömür. simsiyah oldu dumanı, önümü görmek imkansız. Bu bana vaat ettiğin neyin sunağı? 

Chalk Paint / Masamı boyadım ki ben.

11.000 ziyaretçim için bir farklılık, bir sürpriz yapmaya karar verdim. Malum, bildiğiniz üzere Akıncı devri biteli 2 ayı geçti. Eşyaları da tam hayalime göre değiştirince evde kalan bazı mobilyalara el atmak gerekti. Atmaya kıyamadığım, bizim mutfaktaki emektar açılıp kapanabilir masayı odama aldım. Yeni yatak odası takımının şifonyerini de odama alınca beyaz, ahşap oldu odam ve hoşuma gitmedi. Diğer odalar gibi bembeyaz olsaydı fena mıydı hani?
İşte boyamaya sebep olan;

Masada çocukluğumdan beri nice insan ağırladığım, dertleştiğim için atmaya kıyamıyorum belki; bari bir anı kalsın diye...


Masamın rengi koyu değildi bu yüzden boyarken hiç korkmadım...


Sonuç olarak araştırdım ettim ve Turuncu Oda sayesinde chalk paint ile karşılaştım. Kendisi nasıl hazırlandığını, ne olduğunu mükemmel şekilde zaten anlatmış, onu ziyaret edebilirsiniz... Araştırma sürecimde ülkemizde fazla çalışma görmediğim için ben de bloguma yazmak istedim. :)


Malzemeler, gördüğünüz gibi Dyo mat dekorasyon boyası (Beyaz), tiner, derz dolgu, fırça, rulo. Ben orayı burayı kirleteceğimi bildiğim için havlu kağıt, ıslak mendil aldım yanıma. Aman müziğinizi almayı da unutmayın! Ben Radyo İlef le kendimden geçtim! :) ( ben boya yapmaktan çok fotoğraf çekmişim, o ayrı.. )






Bir de Turuncu odayı ziyaret edince göreceksiniz ki Bu derz dolgu boya içinde pütür pütür toplar kalıyor. Ben tiner, derz ve boyayı karıştırırken çırpıcı kullandım ve hiç pütür olmadı desem yeri var. Miktarlar da 100 ml boyaya 1 yemek kaşığı derz. Çok az da tiner ekledim. Fırçadan akmayacak yoğunlukta boyamı kullandım.

İlk kat biraz astar gibi oluyor. varla yok arası bir şey oluyor. ilk kat ile 2. kar arasındaki fark;

ben katlar arası 12 saat kadar bekledim ama ilk katta gerek bile yoktu hemen kurudu. 3. kattan sonra en ince zımparayla biraz pürüz giderdim. Şuan vernik sürmedim çünkü araba cilası bulmaya çalışıyorum. ama böyle de çok hoş duruyor.


Çok tatlıyız değil mi? :)

Ve hızımı alamayıp saksılara da el attım tabi:)

Bu da boyayacağım dolap.
Çekmecede deneme yaptım ve tuttu. bayramdan ve düğünden sonra  da ona giriş yapmayı düşünüyorum. Ancak ona biraz kahverengi katacağım ki beyazlığı kırsın. Benim hikayem böyle. Yani yaşasın Chalk Paint!