Canım sevdiğim,
Bunu neden yaptığını bilmiyorum. Beni neden ele verdiğini, tüm sırlarımı niye ulu orta döktüğünü, ruhuma gizlediklerimi yere dökülen minik boncuklar gibi ne amaçla saçtığını bilmiyorum. Bunu düşünmeye imkanım olsaydı, sana engel olabilseydim, seni azat edeceğini sandığın için yaptığın şeylerin seni yalnız düşünmelere düşüreceğini anlatabilseydim... Ah bir kaç saatliğine deriyle, etle, canla dolsaydı şu kemiklerim. Ah keşke sana her şeyi yine, yeniden, en baştan anlatabilseydim.
Sana en çok seni ilk gördüğüm günü anlatabilmeyi isterdim. Yazıldığı gün ayrı düşen o iki kaderi aynı kuyuya fırlatıp atan o güzel geceyi. Ne çok savaştım o günü kopan bir ip gibi kendimden koparıp atabilmek için. Ne kadar çok kaçtım, ne kadar görmezden geldim. Bazen senin benimle olacağına yürekten inanıp bazen kanlı ve canlıymışcasına gördüm yokluğu. Ne kadar yıldım, ne kadar dimdik durdum insanlara karşı. İnat ettim, gülüp geçtim ve ağladım en çok. Sen sevdiğim, en zoru da her şeyi görüp beni daha çok yücelten yüreğin ve sen. Bana dünyada kendimi ve insanları sevdirendin. Kendimden en korktuğum günlerde beni aynanın karşısına geçirip gözlerini gör artık, diye ağlayansın sen. gözlerini gör ve yaşa!
Seninle tüm dünyanın zaferini sırtımıza yükleyip arkamızdakileri göremeyecek gücü kazandığımızda kurduğumuz yuvamız... Uykularımıza her daim eşlik eden ölüm. Suyum senin elinden, ekmeğim, ilaç kutularımda yalnız bir kaç taneye izin verilen haplar, akşamları baktığın kollarım, bacak aralarım, bileklerim, boynum, her günüme güzellik, parmaklarına dolan saç tellerim, gözlerini kapatıp hayal etmeni istediklerim, yalnız yokluğumu, alışmanı, bilebilmeni. Ruhumun özlemini, dünyaya uzaklığımı, görünmeyenleri, sözlere çoğu zaman dökemediklerimi.
Sen de biliyordun. Bir gün gidecektim. Ben buna belki doğduğum gün karar vermiştim. Sen ellerime bakarken, düşündüğüm yalnız topraklar olurdu, her bir zerre, rüzgarda yanaklarımı yakan o tanelerin, ben çırılçıplakken bana ne kadar yakışacaklarını düşünürdüm. biliyordun, sen hepsini biliyordun. Bir gün senden bile vazgeçecektim. o gece, bana gerçekten inandığında boynuma sokulup ağladığında dahi, senin o halinden bile etkilenmeyeceğimi ve sona yaklaştığımı biliyordun.
Tüm hikayem bitmişti. Sana anlatacaklarım. Hayatımda insanların görmediği, zihnimin bana oynadığı oyunların hepsini anlatmıştım sana. odamda, evimde yeryüzünde bulunan her şeyin hep insan gibi bana anlattıklarını, beynimde geçmek bilmeyen yüzlerce vızıltıyı, sakinliği dinginliği ve sessizliği özlediğimi anlatmıştım sana, ikna bile etmiştim belki. ve son gece, uykumdan uyandığımda senin belki defalarca yaşadığın.
Kolumun üzerine yatmıştım elbet. Uyandığımda kolum balkonumuzun kapısına kadar uzamıştı. Parmaklarım kalemlerimden bile uzundu. hissizdim. Sabah uyanana kadar ölüydüm; ölü kol, ölü el, ölü parmak, ölü balkon kapısı, ölü beyin, ölü düş.
Ve bu dedim, her şeyin hazır olduğu anlamına gelir.
Ölüm için her şey hazır.
O gün sana evde kalman için yalvarırken, sana en sevdiğin yemekleri pişirirken, sana son kez dokunurken, sana kendimi son kez bırakırken sevdiğim.
Dünyanın da o gün yerle bir olmasını diledim. Seni o odaya kapatıp her şeyi son bir kez daha sana anlattığımda ve sen beni dinlememek için yalvarırken, bir kuş gibi çırpınırken, beynim tüm gücüyle yer yüzüne dökülürken, kanım havaya karışırken...
Şimdi sevdiğim,
neden içimi cam gibi yansıtan defterlerimle beni neden herkese döktün? Çiçeklerimi, tüm hatıralarımı, en çok beni sevişini şu gülüşsüz yüzünle, kuru pazarlarda neden sattın?
Ah sevdiğim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder