28 Mart 2015 Cumartesi

Bir muharririn hatıratı-2

İyi dileklerle defterini kapatıp bir yandan da dua  mırıldanırken bir el "şak" diye deftere oturdu. Bizimki heyecanlanmış ve korkmuştu. Bazı şeyleri düşünmenin bile artık suç sayıldığı topraklarda o oturmuş ulu orta defterine bir şeyler karalamıştı! Bu eceline susayanların yapacağı işti ancak! Yavaş yavaş elden yukarı doğru bakmaya başladı. Gümüş kol düğmeleri, kendisininkinden bin kat, hatta milyarlarca kat daha kaliteli bir lacivert ceket, et dolmuş kollar... Bu anı defterindeki öykülerinden birine yazıyor olsa "bin asır sürdü" diye yazardı ama  şimdi bunu hiç düşünmemişti. Adam da bizimkinin ürkek gözlerinden korktuğunu sezmiş, "Oturabilir miyim oğlum?" demişti. "Otur Beybaba" diye kekeledi bizimki. Alışkın değildi böyle şeylere.

Adam yavaşça yerleşti sandalyeye. Az önce gördüğü etli kollar, yağlı bir balığın gerçek insan iskeletine bürünmüş halinden çıkıvermişti. Yarı eriyik karın yağları önce denize doğru döndü, az üstündeki burundan fazlaca deniz kokusu içeri girdi. Bir kaç yağ  parçacığı parçalanıp enerjisi de kana karışınca işleyen burnun altındaki ağız dökülüverdi.

"Talebe misin?"
"Yok Beybaba, nerede bizde o para."
"Pek de efendi gördüm seni. Tahsil yapmış biri sandım, üstüne sen de şu masanın üstünde yazınca, inanıverdim kendime."
"Yazarım ben, sürekli yazarım. Rahmetli anamın babasından kalma evde yaşar, minik bahçede meyvemi sebzemi biriktirir, devletin bağladığı 3 ekmek almaya yeten parayla da geçinir giderim. Okumak bir lüks bizim gibilere ama yazmak için tahsil yapmak gerekmez, biraz olsun düşünen bir beynin, çok gören gözlerin varsa iş tamamdır. Öyle defterimiz yoktu biz yazamadık ama yazarız aslında diyenlerle de karşılaştım ben, bunlar hep yalan Beybaba. Ben gözü görmeyip şiirler ezberleyen insanlar gördüm."

"Haklısın sen, haklısın. Giyimin kuşamın da tertemiz maşallah. Anan da yokmuş halbuki, kimin kimsen de mi yok?"

"Amcalarım, halalarım babamın soyu. Hiç arayıp sormadılar beni. Teyzelerim, dayılarım da napsınlar benim fakirliğimi. Onlar da yitip gitti."

"Şuradaki taş gibi öksüzsün yani. Valla yavrum saatlerce izledim seni. Pek heveslisin sen kaleme kağıda, belli. 2-3 yaz önce bizim Almanya'daki amca oğullarını ziyarete gittiğimde gördüm de bu kitap işinde epey para var. Benim oğlanlar ömürlerince kağıdın k'sından nefret ettiler. Şimdi sana bahsedeceğimi onlara çıtlattım da kulak bile asmadılar. Bu yüzden kendime yandaş bulup da giremedim matbaa işine. Sen helal süt emmiş bir evlada benziyorsun. Maşallah tertemiz bir yüzün var. Şuan sana bunu sorduğum için ben de şaşkınım ama  gel benimle çalış. 1 ay tanıyalım birbirimizi. Seversek devam ederiz. Evin nerede bilmem ama uzak dersen de benim bahçede küçük bir depo var. Onu bir elden yeniler sana ev yaparız. Ne dersin?"

Bizimki şaşırmıştı. Bu yaşa kadar şöyle elle tutulur bir işte çalışmamıştı. Yazları ve liseye kadar devam ettiği okuldan vakit bulduğunda anasına yardım etmek için ufak tefek işlerde çalışmıştı. Askerden de 2 ay önce dönmüş, mahallenin küçük bakkalı buna acıyıp iş vermişti. Sonra iş vereni bunun borçları yazacağı veresiye defterinin kenarlarına şiirler yazdığını görünce işten kovmuş ve çırak kriterlerine "şiir yazmayı sevmeyen" diye bir yenisini eklemişti. Şimdi bu adamın bahsettiği işte istediği kadar yazabileceğini düşündü. Üstelik hep kitaplarla, dergilerle, gazetelerle işi olacaktı. Bunu düşünüp sevindi. Adamın teklifini kabul etti. Adam neşeyle ellerini çırpıp "Yaşasın!" diyerek gülmüş ve sarkık kollarıyla sırtını sıvazlamıştı.

Hava kararmaya yüz tutmuştu. Eve gitme vaktiydi. Hesabı ödeyip kalktılar. Yamuk yumuk taşlarla bezenmiş sokakta yürümeye başladılar.  Arkadan onlara bakan, bir yağlı balina ile kupkuru bir ağaç dalı görürdü.

Kumpir satıcılarının seslerine hayalleri karıştı. Deftere yazdığı dua gerçek oldu sandı bizimki, eve gidince bir yenisini yazacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder