29 Mart 2015 Pazar

Bir muharririn hatıratı-3

Adı Mehmet'miş Beybabanın. Tam vedalaşırken akıl ettik tanışmayı.
"Benim adım da Ekrem." dedim.
"Adın gibi büyü, öksüz Ekrem." dedi ayrılırken.

İnsan öksüzlüğüne sevinir mi hiç? Ben bugün çok sevindim. Belki başımda bir babam olsaydı beni mahallenin kahvesine çaycı olarak verirdi de ben gidemezdim bugün o güzelim denize. Ya da annem hala yaşıyor olsaydı ona bir dilim ekmek aramakla geçerdi tüm zamanım. Ama şans bu ya, öksüzdüm, kimsesizdim ve Mehmet amcanın bana iş vermesine sebep oldu bu.

Şimdi bu işte tutunursak ne çok param olurdu benim! Ortaköy'e gidip gerçek bir kumpir bile yerdim! Evlenirdim belki, hem de Kadın Veda'dan ve hayalimdeki Kız Verda'dan bile daha güzel biriyle. Hatta çok zengin olursam şu en uzun öykümdeki dut ağacının altında buluşun Ali'yle Ayşe'yi de evlendirirdim belki. İnsan fakir olunca defterinde bile evlendiremiyor iki aşık  fakiri.

Zengin olma hayallerim yaklaştığım mahallemin kirli duvarlarıyla yerle bir olurken gerçeklerle yine karşı karşıya kaldım. Benim çok para kazanmam, buraların insanlarından kopup banyosu fayanslarla kaplanmış bir eve taşınmam yalnız okyanusların bir damlasının buharlaşması gibi bir şey olurdu. Denizlerin yüz ekşiten tuzluluğu da kaldığı yerde dururdu. Buradaki insanlar, Kısmet teyze ( Yıllardır hasta annesine bakardı, evlenmemişti. Mahalleli görev edinmiş, her gün biri yemeğini götürür olmuştu. Kışın da her gün biri karşılardı yakacağını.), Sütsüz Ömer (Ömer doğduğunda hiç süt içirememişlerdi çocuğa. Önce annesini 'sütü bozuk' diye suçlamışlardı, sonra gerçeği öğrenmişlerdi. Süte alerjisi olduğu ortaya olduğu ortaya çıkmıştı. Annesiyle babası ne çileler çekmişti onu büyütene kadar.), Kırık Necmi (Mahallemizin gurur kaynağıydı o. Bir mahalle maçında İstanbulspor bizimkini görmüş, beğenmiş, yüksek bir maaşla takımlarına almıştı. Onun maçının olduğu günler davullarla zurnalarla bayram havasında geçerdi buralarda. Karşı takımın kalesini de bol bol havalandırırdı. Bir maçta bizimki günün 4. golüne koşarken karşı takımın ibnesi bunun önüne bacağını koyunca tepetaklak olan Necmi sakat bacağıyla sahalara veda etmek zorunda kaldı.), Tırlak Hatice (Kocası onu kendi yatağında aldatınca delirmişti Hatice Teyze. Biz de "Bizim mahalleye bu namussuzluk yakışır mı lan!" diye üstüne atlayıp don gömlek kovmuştuk buralardan adamı.), Tütsü Niyazi (Biraz garip biriydi bu Niyazi. Hani nasıl desem, bir yumuşaklık vardı kanında. Geceleri tütsü yakar tüm mahalleyi dumana boğardı.) ve daha niceleri buralarda, yollarından suların aktığı bu mahallede parasızlıklarıyla yaşamaya devam edecekti. Küflü evlerinin başlarını bekleyeceklerdi.

Evime yaklaşınca bizim iki yan komşu Fuat'ı gördüm. Babası iftiradan hapse girmişti. Gerçi babası mı Fuat'la annesi mi hapse düşmüştü ben hep karıştırırdım. Hayat şimdi onlara zindandı. Fuat okuldakilerin alaylarıyla uğraşıyor, annesi de temizliğe gittiği kadınlardan "Senin kocan da hırsızmış." gibi hakaretler işitip hakkının yarısını alabiliyordu. Ben de şuradaki insanların içinde en çok bu ufaklığa üzülüyordum. Onunla top oynuyordum aylaklık dönüşü. Olur da dua edersem ona da mutlaka ediyordum. Kurtulsun istiyordum. İster şu elindeki topla, ister annesiyle, ister babası dönünce babasıyla.

Bize yakın sokak lambasının altına gelnce gördü beni Fuat.

"Ekrem abi, yakala!" diye topu fırlattı bana. Arkasından da kendi koşup atladı kucağıma.
"Geç kaldın abi." dedi.
"Sonra anlatırım, topumuzu başka zaman oynayalım mı?"

Evime girip kendime bir çorba pişirdim. Uyumadan önce duamı kabul eden defterime yazmak istedim. Uzun uzun yazacak halim yoktu. Hem sabah erkenden kalkıp damat traşı olacaktım, Gömleğime de evde kravat bulursam kravat takacaktım. Ben de defterimi açıp sayfanın en ortasına yazdım:

"Bir poşet gibi toplasam Istanbul'u,
Bağlasam ağzını,
Onunla uyusam,
Doğumla ölüm arası.
Sana geliyorum ey Istanbul!
Benim de sana edeceğim var elbet,
Yeni yerim de hazır sende,
Feleğinle çarkın arası!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder