11 Aralık 2015 Cuma

Şarkı Gecesi-2




Saate baktı. Sonbahara yaklaşan son yaz akşamları, hele de hava şimdi dökülecekmiş gibi bulanıksa zaman hiç geçmezdi. Şu el kadar gökyüzünün saati nasıl durdurabildiğine yine şaştı kaldı. Hala 15 dakika vardı, geçmek bilmemiş son 20 adet 15 dakikadan sona kalan 1. Acaba üstüme bir şey mi alsam diye düşündü. Olur da üşürse içeri girip sabahtan beri beklediği dakikaları bölmek istemezdi. Kendine rahmetli annesinin "Oğlum, ne olur ne olmaz, olur da yalnız kalırsın." diyerek yıllar önce öğrettiği gibi kahve pişirdi. 1,5 tatlı kaşığı kahve, yarım tatlı kaşığı şeker. Bu tarif kayınvalidesinden annesine emanet edilen büyük fincanlara tam geliyordu. Cezveyi yalnız 1 kere karıştırdı. Annesi bunun püf noktası olduğunu her seferinde söylerdi. En küçük ocağı açıp en kısık hale getirdi ve cezveyi koydu. Yine parmak uçlarının donduğunu hissetti. Yine aynı heyecan. 20 dakika sonra gevşeyince geçecekti. Kahveye odaklanmaya çalıştı. Kahve kabarınca köpüğünü aldı, fincana koydu. Sonra "bir taşım" kaynatıp tümünü fincana boşalttı. Zamanı da gelmişti. Büyük kapıdan bahçesine çıkarken sağda duran hırkasını da aldı. Tam 27 yıldır aynı yerde duran, her hafta cuma günü saat 8'de oturduğu koltuğuna oturdu. Kahvesini önündeki sehpaya koydu. Hırkasını omuzlarına örttü. Yarım duvarla ayrılan yandaki bahçedeki büyük evin sarı ışıklı alt salonuna göz ucuyla bakıp göz kapaklarını kapattı.

"Bir ihtimal daha var 
O da ölmek mi dersin 
Söyle canım ne dersin 
Vuslatın başka âlem 
Sen bir ömre bedelsin ah 
Sen bir ömre bedelsin 

Sükût etme nazlı yâr 
Beni mecnun edersin 
Beni mecnun edersin 
Vuslatın başka âlem 
Sen bir ömre bedelsin ah 
Sen bir ömre bedelsin"

Udun sesi kesilince gözlerini açtı. Evet, ölüm gibi bir şey olmuştu, evet evet! Gözünden bir damla düştü. İçi yandı. Tam 27 sene, her cuma aynı şarkıyla başlayan musiki geceleri... Menevşe Hanım'ın uda değen parmakları.. Bu şarkıyı yalnız kendi söylerdi. O da üzerine alınırdı her seferinde. Ona hiç diyememişti, ölmek dahi ihtimal olsa, "Menevşe Hanım, ölürdüm istesen." Oysa Menevşe Hanım babasını kıramamıştı. Tam 22 yaşında, diz boyu duvarın ayırdığı karşı bahçede sevildiğini hep bilmiş, kendi de sevmişti. Bazı geceler birlikte denizi dinlediklerini bilirdi, beraber aynı geceler uyumadıklarını bilirdi. Bu hayalle rüyalarında gezinirdi. Yan bahçede sevilmek, Menevşe Hanım'a iyi gelirdi. Ama babasını geçememişti. 22 yaşında evlenmişti. Bahçeler küsmüştü, gül küsmüştü, deniz bile küsmüştü ona. Tutup kendi de küsmüştü kendi içine. Bir zehir gibi yıllarca içine akıtmıştı geceleri denizin sesini. Sonra her cuma annesinden öğrendiği udunu eline almış, çalmaya başlamıştı. Sonraları dostlar da eşlik etmişti sesine. Kalabalık ama sessiz geçen cuma akşamları olmuştu. Yaz kış dinlemeden sol pencereyi daima açık tutmuştu ve ilk şarkıyı hep kendi seslendirmişti. Sesini duyan bahçelere dökülürdü. Yan bahçede dinlenildiğini bilirdi Menevşe Hanım. Tam 27 senedir her cuma hala sevildiğini bilirdi.

"Gamzedeyim deva bulmam
Garibim bir yuva kurmam
Kaderimdir hep çektiğim
İnlerim hiç reha bulmam

Elem beni terketmiyor
Hiç de fasıla vermiyor
Nihayetsiz bu takibe
Doğrusu tâkat yetmiyor."

İçinin ürperdiğini hissetti. Bu duygu bir ömrü geçirip hiç adım atmadığını anlamak gibiydi. Yaşamıştı ama ne için? Her cuma bahçesine sızan bu sözleri duyup yeniden ümitlenmek ve odasına döndüğünde Menevşe Hanım'ın kocasıyla aynı odada uyuduğunu bilmek için mi? Annesi ve babası varken bunları hiç düşünmezdi. Şarkılar sonra erince annesinin ellerini öper ve uykusuna giderdi. Ama yıllar ilerledikçe işte ilerleme meselesi aklına takılmaya başlamıştı. Çünkü yalnızdı. Yuvasızdı. Şu el kadar göğün altında bi çare, çaresizdi.

"Ömrümce hep adım adım her yerde seni aradım
Ben kalbimden başka yerde inan seni bulamadım
Kenarlarda, köşelerde, kadehlerde, şişelerde
Ben kalbimden başka yerde inan seni bulamadım"

Dudağına bir ufak gülümseme yerleştirmişti dinlerken Menevşe Hanım. Ne kadar da kendine yakışıyordu bu şarkı. Hiçbir  yerlerde bulamadığı şeyleri, ne kadar güzel anlatıyordu. O yaz akşamını, kapıdan giren serinlikte gördüğü kocasını, içinin yanışını. "Ben bu adamı nasıl seveceğim?" diye düşünmüştü. Babasına diyebilir miydi, onu el bebek, gül bebek büyütmüş, pamuklarda uyutmuş babasına? Çaresizdi. Bahçeye arkasını dönüp evlenmişti.

"Geçti ömrüm, yine hâlâ ben o bin derd ileyim
Söyle dermanını ey sevgili, aşkın bileyim
Böyle hicran eleminden nice bir inleyeyim
Söyle dermanını ey sevgili aşkın bileyim."

Geceye şarkılar karışmaya devam etti. Kahve bitti. Ellerinin buzu gerçekten, yine 20 dakika sonra geçmişti. Yan evin ışığı kapandı. Bir gün hayal etti, o duvarları aşıp Menevşe Hanım'ın ellerini tuttuğunu mesela, sonra gözlerini ilk kez gözlerine dikip bir kez kendi sesini duyurmayı ona:

"Öyle dudak büküp hor gözle bakma
Bırak küçük dağlar yerinde dursun
Çoktan unuturdum ben seni çoktan
Âh bu şarkıların gözü kör olsun

Güzelsen güzelsin, yok mu benzerin
Goncadır ilk hâli bütün güllerin
Aklımda kalmazdı yüzün, ellerin
Âh bu şarkıların gözü kör olsun

Bir gülüşün var ki kaş çatar gibi
En sıcak sözlerin azarlar gibi
Hiç bağlanır mıydım çocuklar gibi
Âh bu şarkıların gözü kör olsun

Sonunda tuz bastın gönül yarama
Nice dağlar koydun nice arama
Seni terkedip de gitmek var ama
Âh bu şarkıların gözü kör olsun"


Elif KÜLAH
Bu öyküye yazmak istediğim tek şey var,
Joe Zeytoonian dinleyin, "Bir ihtimal daha var" dinleyin.
Sonra gerisi gelir.
Menevşe Hanım'ı da unutmayın.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder