25 Mart 2017 Cumartesi

Gölgeli kuş

Karanlık denize bakan balkona çıkarken görmüştüm onu, kalabalıktan sıyrılıp peşinden gitmiştim. Beni görmüş ama her zamanki gibi görmemiş gibi davranmıştı. Umursamamış diyebiliriz, önemsememiş, değer vermemiş. Ben bunu dahi umursamış, daha 2-3 basamaklı merdivenden çıkarken kırılmıştım. Siyah ince demirli, yuvarlak hatlı trabzanlara doğru o ilerlerken, ben 5 10 adım gerisinde durmuştum ve yüzüme ılık bahar akşamı çarpmıştı. Çocukluğumu hatırlamıştım. Mayıs ayında çiçek açmış ağaçların kokusu hafif rüzgarda o boşlukta salınırdı. Şimdi o kokuları unutmak mümkün değil. Hatta bir AVM'de bir mağazanın kokusu benzerdi en çok o günlere, kimseye çaktırmadan oradan mutlaka geçerdim. Yeşil kokardı, sekiz kokardı, burnumu yakardı hafiften. İşte bu rüzgar da aynı kokuyu getiriyordu şimdi, tastamam aynı koku.

Telefonu çalmıştı. Ben orada yokmuşum gibi, diğer hava alanlar hiç yokmuş gibi veya bana duyurmak için ve hatta belki hiç umursamadığından neredeyse bağırarak konuşuyordu telefonla. Tatil planları yapıyordu. Şehirler, ülkeler, yollar, yeni gökyüzleri. Bunlar benim hayallerim demiştim içimden, şimdi değiştiğini, benim sevdiğim şeyleri sevdiğini mi ima ediyordu? Oyundur diye geçirmiştim aklımdan sonra. "Bak benmişsin." diyerek belki ona sarılacağımı. Bense karanlık trabzanlardan, karanlık denizlere bakıyordum, karanlıklara, karanlık günlere. Orhan Veli diyordu ya "İçim kör bir kuyu gibi derin." çıkamıyordum içimden. derinliklerden çıkamıyordum ne yapsam. Belki diyordum karanlıkta dahi bir kez görsem yüzünü, belki.

Başımı ondan yana çeviriyordum. Hala devam ediyordu konuşmaya. 15 dakika kadar geçmişti sanırım. Etrafımızdakiler içeri geri dönüp kalabalığa karışmışlardı. Yalnızdık. Bir ara bana döndüğünü sanmıştım. "Demek ki" demiştim içimden "beni görmüş" Sonra bana tamamen dönmüştü, ben de trabzanlara sağ kolumu koyup yan dönmüştüm. Rüzgar hızlanmıştı, koku da. Keskin bir koku, ağaç yeşili. Telefonu aniden kapatmış, bir iki adım öne ilerlediğini sanmıştım. yavaşça eridi, soluklaştı, karardı karanlıkta daha çok. Bulutlaştı, gölgeye benzedi sonraları. Koku gitti, serinlik doldu göğe iyice. Şaşkındım, ürkmüştüm de hafiften. Ben de onun kadar 1-2 adım geri gittiğimi sandım. O 4-5 adım geldi, ben 4-5 adım gittim, o 10 adım yaklaştı. Arkamı dönüp kaçmaya başladım, sesini duyamıyordum, neredeydi, bilmiyordum. zaten amacının yakalamaktan çok korkutmak olduğundan da emindim. Arka balkon kapısını buldum, bir uyku odasına çıkan, odadan çıkıp merdivenlerle üst kata koştum, kapıyı kapattım. pencereyi açtım hemen. Balkona yakındı, istesem oraya atlayabilirdim, kalabalığa karışıp kurtulabilirdim. Camı açana kadar o içeri girmişti, ilk defa yakınıma gelmişti ve yüzü korkunçtu ve korkmamam için hiçbir şey söylemiyordu. Kapıda durmuş, "ömür boyu" demişti. Aşağı bakmıştım. bir ömür bir gölgeyle nasıl giderdi? Hiç düşünmemiştim, kollarımla camdan sarktım. Aşağıda ağaç mı vardı, toprak mı, taş mı, umurumda değildi. Tüm gücümle, tüm hızımla attım kendimi aşağı. Cama yetişmişti, tutmuştu beni bacaklarımdan. O an tekrar görmüştüm yüzünü, bir boyum uzaklığında. İlk defa bu kadar yakın. "Gitme" diyebilmişti. Ölürken ben. silkinmiştim bir iki, gücü yetmemişti. kurtulmuştum ellerinden. Ölürken ben. Kuş gibiydim yine, en sevdiğim. Mavi gök veya siyahlıklar, fark etmez. Özgürlük olsun. Nazım'ın deniz için söylediğinin başka bir şekli, "Kuş olunmalı oğlum, rüzgarıyla, göğüyle, kanadıyla."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder