25 Nisan 2017 Salı

Yeşil Zeytin Ağacı



"Bu bahar yine gelin olacak,
Omuzunda yeşil bir duvak,
Delice, delice zeytin..."
Ocak, 2017, Romanya

Bir camın önünde, tahta bir sedir üzerine konmuş ince süngerlerin üzerinde oturuyorduk. Camın ardında bir zeytin ağacı vardı, hatırlarsın belki. Sen o zaman 6 yaşındaydın, ben 35. Şu dünyada en çok korktuğum şeylerden biriydi yanımdakinin, onun ölmesi. Belki bu yüzden sana rağmen o camın önündeki sedire oturmuştum, sana ve babana rağmen. Yıllarca hep senin o anı hatırlayıp hatırlamadığını dert etmiştim kendime, bir gün olur da "Anne, zeytin ağacının önünde konuştuğun adam kimdi?" diye sorarsan diye yüreğim ağzımdaydı hep biraz. Sen camın dışında oynarken ben camın içinde onunla son kez konuşuyor, sesini son kez duymak için yalvarıyordum; o ise başını eğmiş, eski bir tepside pirinç ayırıyordu. Ve ben biliyordum, son zamanım son pirinç tanesine kadardı.

Ellerini biraz yavaş hareket ettirir de ümitlenirim diye ödüm kopuyordu. Hızlı hızlı bitirecek diye telaştan sırtım terliyordu. Akşam yemeğini yapmayı teklif ettim ona. Halbuki o kadar vaktimiz yoktu, birazdan babana gitmek isteyebilirdin, zeytinler olgunlaşabilirdi, dökülebilirlerdi yerlere. Her şeyi göze alarak yine de önermiştim işte. Başını bile kaldırmamıştı bu fikre. Tam da o vakitte akşam güneşi vurmuştu camdan içeri, karşıdaki saatten yansıyıp eski tepside son buluyordu. Pirinçler onca ışıkta görülmez oluyordu. Sen zeytin ağacından dökülen olmamış zeytinlerle oynuyordun. Bazen ağzına birini atıp zehir acılığıyla çığlık atıyordun. Sana camdan bakıp kızıyordum, gözüm hep pirinçlerde oluyordu, sen ağzına bir başka zeytin daha atıyordun, ben pirinçleri sayıyordum. Yıllarca sofrada zeytin görüp de acı tadı hatırlayıp sorarsın diye aklım gidiyordu.

Sorduğum tüm soruları cevapsız bırakıyordu. Dedim ya kafasını kaldırmıyor, bana hiç cevap vermiyor, git bile demiyordu. İşte bu bile benim oraya gitmemin sebebiydi. Biliyordum, korkaktı; ne gel diyebilecek ne de gitme diyemeyecek kadar korkak. Elleri akrep ve yelkovan gibi dönüp duruyor, beni huzursuz ediyor, bir yandan suskunluğu, işte ümit veriyordu. Ben durmadan sesini istediğimi söylüyordum, yüzünü görmeyi, ölmeden bir kez neler yaşadığını duyabilmeyi. İnan bana bir hayat paylaşmak gibi bir düşüncem asla olmamıştı, nasıl olabilirdi ki sen 6 yaşındaydın.

Güneş yavaştan çekilmişti, saatten eski tepsiye yansımıyordu. Pirinçler sona yaklaşmıştı. Hava serinlemişti. Sen ağzında çiğ zeytin acısı, soğuktan korkup koşarak odaya girmiştin. Ayağın takılmıştı, eski tepsiye çarpmıştın, pirinçler yerlere dağılmıştı. O bana bakmış, "Yıllar gibi." demişti. Sesini ben duymuştum, gözlerini görmüştüm ama yıllarca her pirinç pilavında o anı hatırlarsın diye içimde korla yaşamıştım.

İşte şimdi İlyas. Biliyorum bunları duymak sana oldukça zor gelecektir. Ancak şimdi sen 35 yaşındayken, önünde benim gibi 2 hayat varken bir ömür sevdiğin kadınla, 1 anlık gururunu yerle bir edip pirinç pilavı yemeği mi seçeceksin yoksa 1 anlık gururuna yenilip bir ömür biriyle çiğ zeytin mi yiyeceksin?

İşte şimdi İlyas. Biliyorum, bunu duymak sana zor gelecektir ancak şunu hayal et, ben ki 35 yaşımda, 6 yaşımdaki çocuğumu alarak bir zeytin ağacının önündeki camın dibindeki tahta sedirin üzerinde duyduğum 2 kelimelik sesle tam 29 yıl geçirmiş, geçen hafta o sesin sonsuza dek uyuduğunu öğrenmişim. Düşün ki 29 yıl sonra gururunu es geçemediğinden sesine hasret kaldığın kişi ölüp gittiğinde bu gururu kime karşı yapacaksın?

Ah oğlum İlyas... Ha eski bir tepside pirinç ayıklamış ha o kızı yok saymışsın. Artık sen de benim gözümde korkaksın.

Bak bir yeşil,
İster Dünya ister zeytin say,
Bir koku üzerine sinmiş
Yıllar gibi son soluk dinmiş.
Omuzumda bir duvak,
Bak sona gelinmiş.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder