7 Şubat 2018 Çarşamba

Bir Filmin Hikayesi



"Bir filmin hikayesi için öykü yazıyorum,
Gördünüz mü?"

Biri ölümden yalnızca bir kez bahsettiyse bile ondan kork. 12 yaşında dahi olsa, uçurumları seviyorsa, uçmaya yakınsa ve her şeyi göze alabiliyorsa bunun için, kork. Uçurumlar hep deniz kokar, dalgalardan kork. Seni içine çeker ve sen düşmekten kork. Deniz yağmurlu günlerde çok güzel olur, bunu bilmemenden kork. Rüzgar bir çiçeğin kokusunu getirir, sen fırtınadan kork. Gök isterse kendini yarabilir, sen kendi içinden kork. Göze alamadığın çok şeyler var, sen aslında bundan ve gördüklerinden kork. Evinden, pencerenden, pembe kareli yün kravatından ve uyuduğun yataktan, sana beni gördüren uykundan kork. Uykularını bilmediğimi sanıyorsan yanılıyorsun, sana uzanan kalbimden kork. Bir şeyler değişirken ben aynı kalıyorum ama sen değişen yaşamımdan ve yaşamından kork. Akrebi ve yelkovanı olan saatlerin kiminde saniyeler yok ve bundan da kork. Ben küçük saat severim ve sen büyük, bir gün kalbin de durursa kork.  Evimde sayfalar doluyor, sen yine de dolmayandan kork. Gömleğinden bir öykü yazıyorum, öykülerimden kork. En sevdiğin kazak kirlenince ben yıkamıyorum, giyeceklerini ben seçmiyorum, sen dolabından kork. Bir kol düğmesi alamıyorum, bunu hep hatırlatan şarkıdan kork. Radyoda olur olmaz sözler duyup duygulanıyorsun, zihninden kork. Zamansız telefondan, bilmediğin numaralardan, koştuğun kapılardan kork. Şehirler beni hatırlatır, sokaklardan kork. Yollar kıvrılıp durur, yokuşlardan kork. Bazı virajlar bildiğin yerlere çıkar, sen bilmediklerinden kork. Kentler değiştirdiğinde "İki Şehrin Hikayesi"nden* kork. Sevdiğim kitapları görürsün ve okuduğunda benimle aynı düşünemezsin, farkımızdan kork. Gerçeklerimi duymazdan gelirsin, sırlarımı ise duymazsın, sen duyduğun yalanlardan kork. Şu sigarayı kendim sardım, elim tütün kokuyor; kağıdı bırak, geri saramadığın zamandan kork. Günler geçiyor ve fark edemiyorsun, sen geçen bin yıllardan kork. Zoru beklemek zor, sen kolayla oyalanandan kork. Renkler birleşip siyahı gösterir ve Siyahın Hikayesi güzeldir, sen rengini belli etmeyenden kork. Her yıl yeşiller yeniden dolunca, sen yeşilden de kork. Bak parfümün bulunmuyor, sen kokunu getiren bahardan kork. Bahar eskisi gibi kokmuyor, kışın kar olmuyor, sen mevsimlerden kork. Yıllardır iğde yemedim, akasya altında top oynamadım ve dut ağacı bulunmuyor, bunu hep düşünmemden kork. Penceren eriklere bakmıyor, karşımdaki mor duvardan kork. Bu duvarlar bir gün seni de sarabilir, aşamamaktan kork. Sen geceleri biriyle uyuyorsun, ona yalanından kork. Ben tek kişilik yatağa yalnız sığıyorum, gece kabuslarımdan kork. Bir yüzük nasıl bağ olabilir, kalbin bağlanmadığında kork. Elin küçüğe alışıktır, dolunca hissinden kork. Mutfağın sıcak çay kokacak, onu dolduran küçük eller seni anlar diye kork. Sarı bir lamba ona bakarken seni yanıltabilir, onu ben sanmaktan kork. Dışarıya farklı gözükürsün, sen yalnız kalınca düşündüğünden kork. Hafızan seni yanıltabilir, yanıldıklarından kork.

Bir şeyler saftı, güzeldi; bunu inkar ettin; inkarından kork. Bunu bir cam gibi kırıp gittin, kalıntılardan kork. Yabancıların sesinden, hikayelerinden, ekmeğinden ve merdivenlerinden kork.**  Sen benim canıma alışıksın, ölümümden kork.

* Charles Dickens-İki Şehrin Hikayesi
**Esinlenilmiştir. Orijinal Cümle: Başkasının ekmeğinin ne denli tuzlu, başkasının merdiveninden çıkmanın ne denli zor olduğunu göreceksin. Dante- İlahi Komedya
Önerilen Şarkı: Sena Şener-Sevmemeliyiz
Cihan Mürtezaoğlu: Sarı Söz

FAİK’İN RAKISI


         “Bak” dedi Faik önündeki rakıya. Başkası olsaydı, bir arkadaşı olsaydı onunla dertleşirdi belki. Ona anlatırdı her şeyi. Hatta içmezdi, rakıya vermezdi kendini. Bir başkası olsaydı ona yol da gösterirdi. O da bu Arap saçı düğümleri arasında kaybolup gitmezdi; yolu rakıya çıkmazdı, kendini buralara dökmezdi. Ama şimdi kimsesizliğinden, çıkmaz sokak misali, başka yol yoktu. Şuan yakabilirdi bile kendini. Kafasında dönüp duran şarkı, bütün olanlar, başka çaresi yoktu.
            “Bak” dedi Faik rakısına. “Bak, sen olsan ne yapardın?”
            Arkasına yaslanıp yakın zamana gitti. Ölürdü Ayşe için. Eğer “Öl!” deseydi, neden ölmesindi? Nasıl da istemişti onunla evlenmeyi, nasıl annesini mahalledeki diğer kızlardan vazgeçirip ikna etmişti zar zor. Gerçi sonunda yine de olmamıştı. Vermemişti Ayşe'yi babası. İşini sürmüştü öne, rakısını, bıyığını, rakısını, annesiyle yaşıyor olmasını ve ille de rakısını yani. Faik'in annesi de inat etmiş, “Daha da girmem o evin kapısından!” diye diretmişti. Üstelik Ayşe'nin gönlü de Faik'teydi. Rakısına rağmen. Yazık. Ama mahallede nerede öyle uzun uzun konuşmaklar. Ötede beride denk gelirlerse işte. O da belki. Bir kaç beklemişti penceresinde Ayşe, gözü hep görüş açısındaki o evde. Bir aracı arkadaşları olsaydı belki bilirdi o cephede neler döndüğünü, ama yoktu işte. Faik vazgeçti sanmıştı. Gurur yaptı, istemiyor artık sanmıştı ancak öbür evde annesinin ölüsünün üzerinden geçme yeminleri vardı. Bir daha Ayşe’nin lafının geçmemesi vardı, o adam nasıl yerle bir edebilirdi onların itibarlarını? Bilseydi… Bir aracı olsaydı bilirdi, bilseydi kaçar giderdi bile belki.
            Ayşe'nin pencerelerdeki halini gören babası ise kızına dayanamamıştı ve sonunda çareyi pes etmekte bulmuştu. Hem onun da hakkıydı tam istediği gibi bir gelin olmak, bir yuva kurmak. Tamam, kızını verecekti, karşı komşunun oğluna; rakısı olmayan, iri yarı, hantal, doğru düzgün konuşma bilmeyen Hasan'a. Bunu duyunca direnmişti Ayşe, yok demişti, çırpınmıştı, tehdit etmişti, ölse daha iyiydi. Bir yollar bulmaya çalışmıştı Faik'e, kapısına gitmişti; saatleri belirsiz iş dönüşünü, rakısından dönmesini beklemişti Faik'in; hiç gelmemişti, berbere ve bakkala koşmuş, haber göndermişti. Faik’i gören olmamıştı, haber gitmemişti, kaçamamıştı, bir yol bulamamıştı, bir rakı yüzünden yok sayılmıştı.
            Hasan ihtimalini annesinden duyan Faik, haberi alınca rakısına koşmuştu. Ayşe'nin nasıl onun için çabalamadığına içmişti. Kapıya çıksaydı, iş veya rakı dönüşünü bekleseydi, pencerede görseydi, birisiyle haber gönderseydi bilirdi ne düşündüğünü. Kaçırırdı onu, kimse umurunda olmazdı. Ama Ayşe vazgeçmişti işte, babasının bir lafıyla. Hasan’ı seçmişti, dişleri pis, berberde 2 ay önce karşılaştıklarında konuşma bile bilmeyen Hasan’ı! Zaten kimi vardı ki rakısından başka?
            1 ay içinde olup bitmişti her şey. Kayınvalidesinin istediği gelinliği aldılar. Kadın memelerine bakıp durmuştu Ayşe’nin giyinip soyunurken, şöyle de başımı az öteye çevireyim dememişti. Faik olsaydı ama, kesin başbaşa giderlerdi. İstediğini alırdı, ucuz olurdu belki ama olsun. Ayakkabısını evden giyerdi, ne olacaktı, memesini gören olmazdı o zaman belki. Ev eşyalarını en kabalardan aldılar. Doldu taştı evin salonu, minicik kaldı her yer. Temizliği yaparken arkasına dikilip dikizleyip durdu kayınvalidesi. Faik olsaydı, düğünden sonrayı beklerlerdi kesin, rahat rahat bal dök yala yapardı o zaman her yeri.
            O 1 ay boyunca Ayşe'nin içinde hep hüzün... Daha fazla direnmediği için pişmandı bile. Hem Hasan’ın umurunda mıydı karısı o olsun, şu olsun? Ah o babasının gavur inadı yok muydu… Ah o kendisini ballarla pamuklarda büyütmüş, kendi gözünden bile sakınan babasının inadı…
            Normal insanlar gelin olurken mutlu olurdu, ne güzel histir diye düşünmüştü son gün. Prensesler gibi hissederlerdi ama o mutsuzdu. Hasan'ın eşi olacak, rakısız eve girecek, kocaman vücudunun altında ezilecekti. Faik olsa akşamları balkonda sohbet ederler, yavaş yavaş odalarına sokulurlardı. Serinlikte aşağıdaki parka yürüyüşe giderlerdi belki. Ramazanda açık hava sineması bulurlardı. Ama Hasan'la ne konuşacaktı, Hasan'da neyi sevecekti?
            Duvağını kapattılar akşama doğru. Telini yoldu evlenme meraklısı komşu kızlar, yolup yuttular. Alkışlarla gelin konvoyunu bekledi evdeki tanıdığı, tanımadığı herkes. Odanın kapısını kapattı birileri, bir şeyler istediler. Hasan gülmedi hiç eve girince, para vermedi kapıyı tutan kızlara. “Sonra” diye sırıttı bedavaya kapatmanın gururuyla. Tuttu Ayşe’yi kolundan. Acıttı ama umursamadı hiç. Hızlıca aşağı indiler. Düşecek gibiydi Ayşe. Ayaklarına dolanıyordu gelinliği ama umurunda mıydı yanındakinin? Hasan’ın sırtına vurdular arabaya binerken. “Akşama yapacağız onu!” dedi biri. Bunu duyunca güldü Hasan. Yüzüne baktı Ayşe. Dişleri pisti. Üzüldü. Rakı koksa üzülmezdi ama. Kafasını kaldırdı. Uzaklardaki Faik'lerin balkonuna baktı. Göz göze geldi oğluna yeminler ettiren annesiyle. O an, “Keşke ölseydim…” dedi Faik'in annesi. O nasılsa sevdiği kocasına varmıştı. Geceleri ona sarılıp huzurla uyuyordu ama ya sevmediği biri olsaydı? Şimdi o hissi düşününce “Keşke” dedi, “Gururumu yerlere serseydim, bu kızın hakkını nasıl ödeyeceğim…”
            Kızının karşı balkona baktığını gördü babası. Midesine ağrılar girdi, ölecek gibi hissetti o an. Yazık etmişti be kızına, Faik'e de tabii. Karısını düşündü, sevmese bunca yıl geçer miydi sanki? İşinden ona kavuşmanın mutluluğuyla koşa koşa gelirdi hep. Ama şimdi kızı, ne hislerle? Gözü Hasan'a kaydı. Dişindeki kirleri gördü. Keşke rakısı var diye Faik'i kovmasaydı. İyi çocuktu nihayetinde.
            Faik ise ortada yoktu. Ne Ayşe'nin balkona baktığını gördü, ne kendi annesinin ve Ayşe'nin babasının üzüldüğünü, ne Hasan'ın dişlerini  ne de telleri yolan kızları. Rakısı vardı önünde. Evine dönerken düğün salonunun önünden geçti. Şans eseri, bilerek yapmamıştı esasen. Telleri yoluk Ayşe'yi gördü. Gece Hasan'ın iri vücudunun altında düşünüp yeni bir rakı aldı. Sarıldı. İstese şuan öldürürdü kendini. Ölseydi. Bu gece. Rakıdan. Aslında Ayşe'den olurdu özü. Hasan'dan ve gelin tellerinden. Bir ümit, öbür dünyada koşardı Ayşe'ye şişesini unutup.
            O an gelin masasında ayağa kalkan Hasan, memelerini görmüştü Ayşe’nin, yukarıdan bakınca. Seviniverdi. Halaya geçti, en başa, sevincinden hoplaya hoplaya halay çekti, terledi, koktu iyice. “Dişleri de düşse.” diye beddua etti Ayşe içinden. Gece bitmesin istedi. Hep sürsün. Faik bassın burayı, döksün rakısını, bir bidon da mazot getirsin aşağıdakinden, versin ateşe hepsini. En çok da dişleri yansın Hasan’ın, halayı batsın.
            Aşağıdan mazot kaptı Faik. Geçti düğün salonunun karşısına. Oturdu kaldırıma. “Bak” dedi önündeki rakıya. “Sen olsan ne yapardın?” Arkasındaki ağaca yaslandı. Ayşe’ye daldı, yakın zamana. Düğünün içindeki sesler bitince ayağa kalktı. Kapının önünden birlikte çıktılar gelinle damat. Damadın sırtına vurmaya çalışan delikanlılardan olayı bilenler diklenir gibi oldular Faik’e. Ayık olsaydı koşar Ayşe’yi alırdı belki, ama sarhoş kafa, başka çaresi yokmuş gibi, döktü başından aşağıya mazotu. Kibriti de çakınca korkusundan gözünü kapatan Hasan bırakıverdi bileğinden kaptığı gelini. Koştu Ayşe. İlk olarak gelin telleri etkilendi ısıdan. Büzülüp eridiler; sonra gelinliğin uçları, yukarı doğru çıkan alevler, memeleri. Artık biliyorlardı, yaşasalar dahi birbirlerinden başka hiç kimse sevmezdi bu yanık derileri.

Şarkı önerisi: Ahmet Ali Arslan-Mektup