7 Şubat 2018 Çarşamba

FAİK’İN RAKISI


         “Bak” dedi Faik önündeki rakıya. Başkası olsaydı, bir arkadaşı olsaydı onunla dertleşirdi belki. Ona anlatırdı her şeyi. Hatta içmezdi, rakıya vermezdi kendini. Bir başkası olsaydı ona yol da gösterirdi. O da bu Arap saçı düğümleri arasında kaybolup gitmezdi; yolu rakıya çıkmazdı, kendini buralara dökmezdi. Ama şimdi kimsesizliğinden, çıkmaz sokak misali, başka yol yoktu. Şuan yakabilirdi bile kendini. Kafasında dönüp duran şarkı, bütün olanlar, başka çaresi yoktu.
            “Bak” dedi Faik rakısına. “Bak, sen olsan ne yapardın?”
            Arkasına yaslanıp yakın zamana gitti. Ölürdü Ayşe için. Eğer “Öl!” deseydi, neden ölmesindi? Nasıl da istemişti onunla evlenmeyi, nasıl annesini mahalledeki diğer kızlardan vazgeçirip ikna etmişti zar zor. Gerçi sonunda yine de olmamıştı. Vermemişti Ayşe'yi babası. İşini sürmüştü öne, rakısını, bıyığını, rakısını, annesiyle yaşıyor olmasını ve ille de rakısını yani. Faik'in annesi de inat etmiş, “Daha da girmem o evin kapısından!” diye diretmişti. Üstelik Ayşe'nin gönlü de Faik'teydi. Rakısına rağmen. Yazık. Ama mahallede nerede öyle uzun uzun konuşmaklar. Ötede beride denk gelirlerse işte. O da belki. Bir kaç beklemişti penceresinde Ayşe, gözü hep görüş açısındaki o evde. Bir aracı arkadaşları olsaydı belki bilirdi o cephede neler döndüğünü, ama yoktu işte. Faik vazgeçti sanmıştı. Gurur yaptı, istemiyor artık sanmıştı ancak öbür evde annesinin ölüsünün üzerinden geçme yeminleri vardı. Bir daha Ayşe’nin lafının geçmemesi vardı, o adam nasıl yerle bir edebilirdi onların itibarlarını? Bilseydi… Bir aracı olsaydı bilirdi, bilseydi kaçar giderdi bile belki.
            Ayşe'nin pencerelerdeki halini gören babası ise kızına dayanamamıştı ve sonunda çareyi pes etmekte bulmuştu. Hem onun da hakkıydı tam istediği gibi bir gelin olmak, bir yuva kurmak. Tamam, kızını verecekti, karşı komşunun oğluna; rakısı olmayan, iri yarı, hantal, doğru düzgün konuşma bilmeyen Hasan'a. Bunu duyunca direnmişti Ayşe, yok demişti, çırpınmıştı, tehdit etmişti, ölse daha iyiydi. Bir yollar bulmaya çalışmıştı Faik'e, kapısına gitmişti; saatleri belirsiz iş dönüşünü, rakısından dönmesini beklemişti Faik'in; hiç gelmemişti, berbere ve bakkala koşmuş, haber göndermişti. Faik’i gören olmamıştı, haber gitmemişti, kaçamamıştı, bir yol bulamamıştı, bir rakı yüzünden yok sayılmıştı.
            Hasan ihtimalini annesinden duyan Faik, haberi alınca rakısına koşmuştu. Ayşe'nin nasıl onun için çabalamadığına içmişti. Kapıya çıksaydı, iş veya rakı dönüşünü bekleseydi, pencerede görseydi, birisiyle haber gönderseydi bilirdi ne düşündüğünü. Kaçırırdı onu, kimse umurunda olmazdı. Ama Ayşe vazgeçmişti işte, babasının bir lafıyla. Hasan’ı seçmişti, dişleri pis, berberde 2 ay önce karşılaştıklarında konuşma bile bilmeyen Hasan’ı! Zaten kimi vardı ki rakısından başka?
            1 ay içinde olup bitmişti her şey. Kayınvalidesinin istediği gelinliği aldılar. Kadın memelerine bakıp durmuştu Ayşe’nin giyinip soyunurken, şöyle de başımı az öteye çevireyim dememişti. Faik olsaydı ama, kesin başbaşa giderlerdi. İstediğini alırdı, ucuz olurdu belki ama olsun. Ayakkabısını evden giyerdi, ne olacaktı, memesini gören olmazdı o zaman belki. Ev eşyalarını en kabalardan aldılar. Doldu taştı evin salonu, minicik kaldı her yer. Temizliği yaparken arkasına dikilip dikizleyip durdu kayınvalidesi. Faik olsaydı, düğünden sonrayı beklerlerdi kesin, rahat rahat bal dök yala yapardı o zaman her yeri.
            O 1 ay boyunca Ayşe'nin içinde hep hüzün... Daha fazla direnmediği için pişmandı bile. Hem Hasan’ın umurunda mıydı karısı o olsun, şu olsun? Ah o babasının gavur inadı yok muydu… Ah o kendisini ballarla pamuklarda büyütmüş, kendi gözünden bile sakınan babasının inadı…
            Normal insanlar gelin olurken mutlu olurdu, ne güzel histir diye düşünmüştü son gün. Prensesler gibi hissederlerdi ama o mutsuzdu. Hasan'ın eşi olacak, rakısız eve girecek, kocaman vücudunun altında ezilecekti. Faik olsa akşamları balkonda sohbet ederler, yavaş yavaş odalarına sokulurlardı. Serinlikte aşağıdaki parka yürüyüşe giderlerdi belki. Ramazanda açık hava sineması bulurlardı. Ama Hasan'la ne konuşacaktı, Hasan'da neyi sevecekti?
            Duvağını kapattılar akşama doğru. Telini yoldu evlenme meraklısı komşu kızlar, yolup yuttular. Alkışlarla gelin konvoyunu bekledi evdeki tanıdığı, tanımadığı herkes. Odanın kapısını kapattı birileri, bir şeyler istediler. Hasan gülmedi hiç eve girince, para vermedi kapıyı tutan kızlara. “Sonra” diye sırıttı bedavaya kapatmanın gururuyla. Tuttu Ayşe’yi kolundan. Acıttı ama umursamadı hiç. Hızlıca aşağı indiler. Düşecek gibiydi Ayşe. Ayaklarına dolanıyordu gelinliği ama umurunda mıydı yanındakinin? Hasan’ın sırtına vurdular arabaya binerken. “Akşama yapacağız onu!” dedi biri. Bunu duyunca güldü Hasan. Yüzüne baktı Ayşe. Dişleri pisti. Üzüldü. Rakı koksa üzülmezdi ama. Kafasını kaldırdı. Uzaklardaki Faik'lerin balkonuna baktı. Göz göze geldi oğluna yeminler ettiren annesiyle. O an, “Keşke ölseydim…” dedi Faik'in annesi. O nasılsa sevdiği kocasına varmıştı. Geceleri ona sarılıp huzurla uyuyordu ama ya sevmediği biri olsaydı? Şimdi o hissi düşününce “Keşke” dedi, “Gururumu yerlere serseydim, bu kızın hakkını nasıl ödeyeceğim…”
            Kızının karşı balkona baktığını gördü babası. Midesine ağrılar girdi, ölecek gibi hissetti o an. Yazık etmişti be kızına, Faik'e de tabii. Karısını düşündü, sevmese bunca yıl geçer miydi sanki? İşinden ona kavuşmanın mutluluğuyla koşa koşa gelirdi hep. Ama şimdi kızı, ne hislerle? Gözü Hasan'a kaydı. Dişindeki kirleri gördü. Keşke rakısı var diye Faik'i kovmasaydı. İyi çocuktu nihayetinde.
            Faik ise ortada yoktu. Ne Ayşe'nin balkona baktığını gördü, ne kendi annesinin ve Ayşe'nin babasının üzüldüğünü, ne Hasan'ın dişlerini  ne de telleri yolan kızları. Rakısı vardı önünde. Evine dönerken düğün salonunun önünden geçti. Şans eseri, bilerek yapmamıştı esasen. Telleri yoluk Ayşe'yi gördü. Gece Hasan'ın iri vücudunun altında düşünüp yeni bir rakı aldı. Sarıldı. İstese şuan öldürürdü kendini. Ölseydi. Bu gece. Rakıdan. Aslında Ayşe'den olurdu özü. Hasan'dan ve gelin tellerinden. Bir ümit, öbür dünyada koşardı Ayşe'ye şişesini unutup.
            O an gelin masasında ayağa kalkan Hasan, memelerini görmüştü Ayşe’nin, yukarıdan bakınca. Seviniverdi. Halaya geçti, en başa, sevincinden hoplaya hoplaya halay çekti, terledi, koktu iyice. “Dişleri de düşse.” diye beddua etti Ayşe içinden. Gece bitmesin istedi. Hep sürsün. Faik bassın burayı, döksün rakısını, bir bidon da mazot getirsin aşağıdakinden, versin ateşe hepsini. En çok da dişleri yansın Hasan’ın, halayı batsın.
            Aşağıdan mazot kaptı Faik. Geçti düğün salonunun karşısına. Oturdu kaldırıma. “Bak” dedi önündeki rakıya. “Sen olsan ne yapardın?” Arkasındaki ağaca yaslandı. Ayşe’ye daldı, yakın zamana. Düğünün içindeki sesler bitince ayağa kalktı. Kapının önünden birlikte çıktılar gelinle damat. Damadın sırtına vurmaya çalışan delikanlılardan olayı bilenler diklenir gibi oldular Faik’e. Ayık olsaydı koşar Ayşe’yi alırdı belki, ama sarhoş kafa, başka çaresi yokmuş gibi, döktü başından aşağıya mazotu. Kibriti de çakınca korkusundan gözünü kapatan Hasan bırakıverdi bileğinden kaptığı gelini. Koştu Ayşe. İlk olarak gelin telleri etkilendi ısıdan. Büzülüp eridiler; sonra gelinliğin uçları, yukarı doğru çıkan alevler, memeleri. Artık biliyorlardı, yaşasalar dahi birbirlerinden başka hiç kimse sevmezdi bu yanık derileri.

Şarkı önerisi: Ahmet Ali Arslan-Mektup

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder