“Bak”
dedi Faik önündeki rakıya. Başkası olsaydı, bir arkadaşı olsaydı onunla
dertleşirdi belki. Ona anlatırdı her şeyi. Hatta içmezdi, rakıya vermezdi
kendini. Bir başkası olsaydı ona yol da gösterirdi. O da bu Arap saçı düğümleri
arasında kaybolup gitmezdi; yolu rakıya çıkmazdı, kendini buralara dökmezdi.
Ama şimdi kimsesizliğinden, çıkmaz sokak misali, başka yol yoktu. Şuan
yakabilirdi bile kendini. Kafasında dönüp duran şarkı, bütün olanlar, başka
çaresi yoktu.
“Bak”
dedi Faik rakısına. “Bak, sen olsan ne yapardın?”
Arkasına
yaslanıp yakın zamana gitti. Ölürdü Ayşe için. Eğer “Öl!” deseydi, neden
ölmesindi? Nasıl da istemişti onunla evlenmeyi, nasıl annesini mahalledeki
diğer kızlardan vazgeçirip ikna etmişti zar zor. Gerçi sonunda yine de olmamıştı.
Vermemişti Ayşe'yi babası. İşini sürmüştü öne, rakısını, bıyığını, rakısını,
annesiyle yaşıyor olmasını ve ille de rakısını yani. Faik'in annesi de inat
etmiş, “Daha da girmem o evin kapısından!” diye diretmişti. Üstelik Ayşe'nin
gönlü de Faik'teydi. Rakısına rağmen. Yazık. Ama mahallede nerede öyle uzun
uzun konuşmaklar. Ötede beride denk gelirlerse işte. O da belki. Bir kaç
beklemişti penceresinde Ayşe, gözü hep görüş açısındaki o evde. Bir aracı
arkadaşları olsaydı belki bilirdi o cephede neler döndüğünü, ama yoktu işte.
Faik vazgeçti sanmıştı. Gurur yaptı, istemiyor artık sanmıştı ancak öbür evde annesinin
ölüsünün üzerinden geçme yeminleri vardı. Bir daha Ayşe’nin lafının geçmemesi
vardı, o adam nasıl yerle bir edebilirdi onların itibarlarını? Bilseydi… Bir
aracı olsaydı bilirdi, bilseydi kaçar giderdi bile belki.
Ayşe'nin
pencerelerdeki halini gören babası ise kızına dayanamamıştı ve sonunda çareyi
pes etmekte bulmuştu. Hem onun da hakkıydı tam istediği gibi bir gelin olmak,
bir yuva kurmak. Tamam, kızını verecekti, karşı komşunun oğluna; rakısı
olmayan, iri yarı, hantal, doğru düzgün konuşma bilmeyen Hasan'a. Bunu duyunca
direnmişti Ayşe, yok demişti, çırpınmıştı, tehdit etmişti, ölse daha iyiydi.
Bir yollar bulmaya çalışmıştı Faik'e, kapısına gitmişti; saatleri belirsiz iş
dönüşünü, rakısından dönmesini beklemişti Faik'in; hiç gelmemişti, berbere ve
bakkala koşmuş, haber göndermişti. Faik’i gören olmamıştı, haber gitmemişti,
kaçamamıştı, bir yol bulamamıştı, bir rakı yüzünden yok sayılmıştı.
Hasan
ihtimalini annesinden duyan Faik, haberi alınca rakısına koşmuştu. Ayşe'nin
nasıl onun için çabalamadığına içmişti. Kapıya çıksaydı, iş veya rakı dönüşünü bekleseydi,
pencerede görseydi, birisiyle haber gönderseydi bilirdi ne düşündüğünü. Kaçırırdı
onu, kimse umurunda olmazdı. Ama Ayşe vazgeçmişti işte, babasının bir lafıyla. Hasan’ı
seçmişti, dişleri pis, berberde 2 ay önce karşılaştıklarında konuşma bile
bilmeyen Hasan’ı! Zaten kimi vardı ki rakısından başka?
1
ay içinde olup bitmişti her şey. Kayınvalidesinin istediği gelinliği aldılar.
Kadın memelerine bakıp durmuştu Ayşe’nin giyinip soyunurken, şöyle de başımı az
öteye çevireyim dememişti. Faik olsaydı ama, kesin başbaşa giderlerdi.
İstediğini alırdı, ucuz olurdu belki ama olsun. Ayakkabısını evden giyerdi, ne
olacaktı, memesini gören olmazdı o zaman belki. Ev eşyalarını en kabalardan
aldılar. Doldu taştı evin salonu, minicik kaldı her yer. Temizliği yaparken arkasına
dikilip dikizleyip durdu kayınvalidesi. Faik olsaydı, düğünden sonrayı
beklerlerdi kesin, rahat rahat bal dök yala yapardı o zaman her yeri.
O
1 ay boyunca Ayşe'nin içinde hep hüzün... Daha fazla direnmediği için pişmandı
bile. Hem Hasan’ın umurunda mıydı karısı o olsun, şu olsun? Ah o babasının
gavur inadı yok muydu… Ah o kendisini ballarla pamuklarda büyütmüş, kendi
gözünden bile sakınan babasının inadı…
Normal
insanlar gelin olurken mutlu olurdu, ne güzel histir diye düşünmüştü son gün.
Prensesler gibi hissederlerdi ama o mutsuzdu. Hasan'ın eşi olacak, rakısız eve
girecek, kocaman vücudunun altında ezilecekti. Faik olsa akşamları balkonda
sohbet ederler, yavaş yavaş odalarına sokulurlardı. Serinlikte aşağıdaki parka
yürüyüşe giderlerdi belki. Ramazanda açık hava sineması bulurlardı. Ama
Hasan'la ne konuşacaktı, Hasan'da neyi sevecekti?
Duvağını
kapattılar akşama doğru. Telini yoldu evlenme meraklısı komşu kızlar, yolup
yuttular. Alkışlarla gelin konvoyunu bekledi evdeki tanıdığı, tanımadığı
herkes. Odanın kapısını kapattı birileri, bir şeyler istediler. Hasan gülmedi
hiç eve girince, para vermedi kapıyı tutan kızlara. “Sonra” diye sırıttı
bedavaya kapatmanın gururuyla. Tuttu Ayşe’yi kolundan. Acıttı ama umursamadı
hiç. Hızlıca aşağı indiler. Düşecek gibiydi Ayşe. Ayaklarına dolanıyordu
gelinliği ama umurunda mıydı yanındakinin? Hasan’ın sırtına vurdular arabaya
binerken. “Akşama yapacağız onu!” dedi biri. Bunu duyunca güldü Hasan. Yüzüne
baktı Ayşe. Dişleri pisti. Üzüldü. Rakı koksa üzülmezdi ama. Kafasını kaldırdı.
Uzaklardaki Faik'lerin balkonuna baktı. Göz göze geldi oğluna yeminler ettiren annesiyle.
O an, “Keşke ölseydim…” dedi Faik'in annesi. O nasılsa sevdiği kocasına
varmıştı. Geceleri ona sarılıp huzurla uyuyordu ama ya sevmediği biri olsaydı? Şimdi
o hissi düşününce “Keşke” dedi, “Gururumu yerlere serseydim, bu kızın hakkını
nasıl ödeyeceğim…”
Kızının
karşı balkona baktığını gördü babası. Midesine ağrılar girdi, ölecek gibi
hissetti o an. Yazık etmişti be kızına, Faik'e de tabii. Karısını düşündü,
sevmese bunca yıl geçer miydi sanki? İşinden ona kavuşmanın mutluluğuyla koşa
koşa gelirdi hep. Ama şimdi kızı, ne hislerle? Gözü Hasan'a kaydı. Dişindeki
kirleri gördü. Keşke rakısı var diye Faik'i kovmasaydı. İyi çocuktu
nihayetinde.
Faik
ise ortada yoktu. Ne Ayşe'nin balkona baktığını gördü, ne kendi annesinin ve
Ayşe'nin babasının üzüldüğünü, ne Hasan'ın dişlerini ne de telleri yolan kızları. Rakısı vardı
önünde. Evine dönerken düğün salonunun önünden geçti. Şans eseri, bilerek
yapmamıştı esasen. Telleri yoluk Ayşe'yi gördü. Gece Hasan'ın iri vücudunun
altında düşünüp yeni bir rakı aldı. Sarıldı. İstese şuan öldürürdü kendini.
Ölseydi. Bu gece. Rakıdan. Aslında Ayşe'den olurdu özü. Hasan'dan ve gelin
tellerinden. Bir ümit, öbür dünyada koşardı Ayşe'ye şişesini unutup.
O
an gelin masasında ayağa kalkan Hasan, memelerini görmüştü Ayşe’nin, yukarıdan
bakınca. Seviniverdi. Halaya geçti, en başa, sevincinden hoplaya hoplaya halay
çekti, terledi, koktu iyice. “Dişleri de düşse.” diye beddua etti Ayşe içinden.
Gece bitmesin istedi. Hep sürsün. Faik bassın burayı, döksün rakısını, bir
bidon da mazot getirsin aşağıdakinden, versin ateşe hepsini. En çok da dişleri
yansın Hasan’ın, halayı batsın.
Aşağıdan
mazot kaptı Faik. Geçti düğün salonunun karşısına. Oturdu kaldırıma. “Bak” dedi
önündeki rakıya. “Sen olsan ne yapardın?” Arkasındaki ağaca yaslandı. Ayşe’ye
daldı, yakın zamana. Düğünün içindeki sesler bitince ayağa kalktı. Kapının
önünden birlikte çıktılar gelinle damat. Damadın sırtına vurmaya çalışan
delikanlılardan olayı bilenler diklenir gibi oldular Faik’e. Ayık olsaydı koşar
Ayşe’yi alırdı belki, ama sarhoş kafa, başka çaresi yokmuş gibi, döktü başından
aşağıya mazotu. Kibriti de çakınca korkusundan gözünü kapatan Hasan bırakıverdi
bileğinden kaptığı gelini. Koştu Ayşe. İlk olarak gelin telleri etkilendi
ısıdan. Büzülüp eridiler; sonra gelinliğin uçları, yukarı doğru çıkan alevler,
memeleri. Artık biliyorlardı, yaşasalar dahi birbirlerinden başka hiç kimse
sevmezdi bu yanık derileri.
Şarkı önerisi: Ahmet Ali Arslan-Mektup
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder