22 Haziran 2018 Cuma

Maya



"Gözümün gördüğü
Göğsümün bildiği ile bir değil."*

Yazmakla biter mi; düşünmekle, anlatmakla, rüya görmekle, konuşmakla, konuşmamanla, okumakla, uzun uzun beklemekle, çizmekle, istemekle, gelmeye çalışmakla, gelememekle, hep gitmek zorunda olmakla, uzak kalmakla, şarkılarda bulmakla, kaçmakla, gece boyu hayal etmekle, gündüz her yerde aramakla, şehirler ve ülkeler değiştirmekle biter mi? Ölmekle biter mi sanmıştın?


Bitmedi; bitemiyormuş, bitmiyormuş işte, bitmedi. 1923 yılında da bitmemişti, biz gençken, ikimiz de 30’lu yaşlarımızdayken. Sen beni bırakıp gitmiştin, sarı mıydı saçları, buydu sebep ve ben seni çok beklemiştim, şarkılar dinlemiştim, ülkeleri aşmıştım gittikçe senden kurtulabilirmişim gibi. Bitmemişti, bitmiyordu. Sense gelmeyecektin, ölsem dahi, biliyordum bunu. Bu yüzden, gördüğüm eğitim, aldığım tüm dersler ve öğrendiklerim, 1926 yılında kullanmak içindi hepsi.

İleri kimya dersleri aldım; ekstraktörler, distilasyon kolonları, ısı değiştiriciler, reaktörler, hassas tartım cihazları, katalizörler, titrasyon muslukları. Öğrendiğim ne varsa hepsinden bir kopyayla da evimde küçük bir laboratuvar oluşturmuştum. Okulumu erken bitirdiğim 26’ yazında tam 4 ay kaldığım odada sonunda elde ettiğim, sen.

Monomerleri, polimerleri ilk ben buldum. Çözücüde çözerek saydam ve daha ıslak bir yapıda dış katman oluşturup içine daha serbest bağlı yumuşak tabaka doldurup gözlerini oluşturdum. Zeytin çekirdeğinin piroliziyle çıkardığım özütü bir şırıngayla gözbebeğine enjekte ederken kalanını daha odunsu organiklerden elde ettiğim sıvıyla karıştırıp koyu göz rengini elde ettim. Herhangi bir uyumsuzluk oluşmadan uzun süre dayanabilmesi için homojen çözünürlüğe sahip koruyucular ekleyerek gözlerini bitirdim. Dudaklarını da aynı malzemeyle, kiraz, elma gibi kırmızı meyvelerin kabuğundaki renk pigmentleriyle çözerek elde ettim.

Saçların ve kirpiklerin kolaydı. İç organlarını birebir biyoloji laboratuvarından aldığım iskeletin aynısıyla yaptım. İçine ağzından besleme yaptığımda atığını alttan çıkaran bir egzotermik reaksiyon oluşturan sistem kurdum, bir reaktör yerleştirdim. Böylece vücut ısını daimi sağlayabilecektim. Ellerin, hatırladığım gibiydi, göğüs kemiklerin daha sert polimerden, tırnakların; en yumuşak dilin. Seni yaparken ellerini tutup güç alıyordum.

Derin en uğraştırıcı işlem oldu benim için ve son. Önce parça parça oluşturmayı denedim, dikim işlemi sende sonsuz dikiş izleri bırakırdı, belki bir gün denk gelirsen sevmezdin kendini, bunu mu oluşturdun diye eleştirirdin. Bu nedenle büyük bir metal tabaka aldım, döverek çok geniş plaka oluşturdum. Fırında kristal yapısını değiştirip taşınırken kırılmasın diye sertleştirdim. Laboratuvarımın duvarını kırdırdım. Bahçeye dizdiğim levhaya sıvı polimeri incecik döküp içine gözenek oluşturucu kimyasallar ekleyip bekledim. Burada da kavun ve şeftali kabuklarının pigmentlerini çektim, karıştırdım. Bu ince tabakadan tam 6 tane oluşturdum. Geceleri plakayı odaya geri çekip yavaş soğutmayla daha sağlam deri elde ettim. En son, tüm katmanları üst üste koyarak gerçek deri tabakasını elde ettim, tüm bedenini oluşturdum ve kestiğim yerleri sıvı polimerle yapıştırıp soğuyana kadar bekledim. Bu en uzun süreç oldu. Günlerce uyumadan kaynaşması için beklediğim oldu. Derinin son tabakasını da tekrar plakaya koyup tam soğumadan vücudunu sardım, böylece 6 katmanın birleşme noktaları gizlendi ve sonunda sana kavuştum.

Seninle uzun vakitler geçirdik. Sen bana bakmıyordun ama ben saatlerce sana bakabiliyordum. Çok şeyler konuştum seninle, sıcaklığınla. Kollarına tutundum eskisi gibi. Ama 1928’e girdiğimde bir şeyler yetmemeye başladı. Bir sesini yapabilseydim, bir gözlerinle bana bakabilseydin, ellerimi kendin tutsaydın, ne güzel olmaz mıydı?

Başka bir mühendise gittim. Ses durumunu sordum. Ses düzeyiyle oynayarak istediğim ses tonuna ait verileri elde edebileceğimi, ama henüz çok kelime kaydı yapan bir kayıt sisteminin olmadığını söyledi (Şimdi evlerimizdeki yapay zekalı hizmetçilerimizi düşününce…).  Hemen kabul ettim, kendi sesimi birkaç cümleyle kaydettim: seni seviyorum, seni özledim, bir gün geleceğim, çok güzelsin. Ses cihazının ses yönüne inceli kalınlı teller yerleştirdim. Senin ses tonuna en yakın sesi elde edene kadar bu tellerin aralığını, sıklığını, kalınlığını değiştirdim. Bu da aylarımı aldı, sayısız kombinasyon, sayısız ihtimal…

Hafızalar geliştikçe ben de seni yenileyip farklı kayıtlar ekledim: Yemek hazır mı? Dışarı çıkalım mı? Günün nasıldı? Tüm ihtiyacım olan… Sesin beni daha az oyaladı. Yani çabuk sıkıldım. Hafıza teknolojisi o zamanlar çok yavaş ilerliyordu ve ben artık pes ettim. Üstelik bilimin bir yerlerde yetersiz olduğunu da kabullenmiştim. Başka şeylere ihtiyacım vardı, doğa üstü şeylere.

Bir büyücüye gittim.  Durumu anlattım. Bunun bir insanda çok zor olduğunu söyledi ama cansız bir varlıkta mümkünmüş. Hele ki birebir uyum sağlayan yapıdaysa işimiz kolaymış. İki sorunumuz varmış; ilki, canı kimden alacağımızmış, diğeri ise canını aldığımız kişi sonsuza dek ölmüş olacağı için sen de ölümsüz olacakmışsın. Bir süre düşüneceğimi söyleyip ayrıldım. Eve gelip seninle konuşmak istedim, işte düğmeler yetersizdi, seni seviyorum dedin soruma, yemek hazır mı dedin. Yemek hazır değildi, ben seni gerçekten yaşatmaya çalışırken yemek nasıl hazır olabilirdi? Çok güzelsin dedin. İşte o zaman kendimden vereceğime emindim.

Kendimi kandırmanın bir anlamı yoktu. Büyücüye gidip kaç yıl ömrümün olduğunu sordum. Böyle gidersen kanser olup 4 yıla öleceksin dedi. İnanır mısın bu beni hiç korkutmadı, çünkü böyle gitmeme ihtimali de vardı. Uzun ömrümü yok sayıp-çünkü gerçek sen olmadıktan sonra ne önemi vardı?- kalan ömrümü 2’ye bölüştürmesini istedim. Cansız bir varlığa can vermenin daha fazla zaman alacağından bahsetti, 1 yıla razı olduğumu, kalanı sana vermesini söyledim. Kabul etti. Ben heyecandan ölecektim.

Seni oraya taşımam imkansızdı. Biraz rüşvetle kadını eve getirdim. Seni görünce çok etkilendi ve ben seni inanılmaz kıskandım. Konuşturmadım, cihaz bozuldu dedim. İşinizi hemen yapın, ömrümden çalıyorsunuz dedim. Perdeyi kapattık. İçerisi loştu. Kalbim duracak gibiydi. Uyanınca beni sevecek miydin? Seni ne kadar sevdiğimi anlayabilecek miydin? Büyücü kadın zihnimi boşaltmamı istedi. Saçlarımı topladım, soyundum. Hazır olunca bilmediğim dilde bir şeyler mırıldandı, sonra sesi hızlandı, sesi yükseldikçe uykum geldi, uyuşmaya başladım, kendimi boşluğa bıraktım.

Uyandığımda saçlarım yastığa dökülmüştü, ilk görebildiğim buydu. Normal bir uykudan uyanıyorum sanmıştım ama başım ağrıyordu, birden uyumadan önce ne olduğunu hatırladım. Hemen başımı çevirdim ve sen vardın. Donakaldım. Yüzün de donuktu. Çok üzüldüm, sert halin ve yine sevgisizliğin, korkularım gerçek sanmıştım. Elini uzatıp saçlarımı düzelttin. Gülümsedin. Bileğinde tokam vardı ve sendin, gerçekti. Günaydın, dedin. Senin sesindi. Sarıldım, senin derindi. İnan 1 yıllık ömür umurumda değildi.

 Geri kalan ömrümün çok güzel geçeceğine emindim, 10 ay öyle de oldu. Gerçekte seninle yaşadığım mutluluğa yakın, aldığım aynı haz, üstte ve zirvedeydim. Sen olmadığını biliyordum ama inan beni etkilemiyordu. Her şey çok güzel gidiyordu.

Bir gece uykumuzda öksürüğünle uyandım. Boğuluyordun, kıpkırmızı olmuştun ve konuşamıyordun. Demek zamanı gelmişti. 1 yıldan biraz önce ölüm vaktiydi. Sana sarıldım ve sen bir anda sakinleştin. O an kalbim yandı, başım döndü, sesin uzaklaştı ve kendimi boşluğa bıraktım.

Uyandığımda yine yanıbaşımdaydın. Yüzün berbattı. Beni bırakıp gideceksin sandım. Ne olduğunu sordum, defalarca, cevap vermedin. Neden sonra gidip açılıp okunmuş bir mektup verdin. Eski bir dosttan gelmiş, bilmemi istediği bir şey varmış; dün gece öldüğün. Kalp krizi geçirerek öldüğün gerçeği. Gerçekte olmadığın. Yalancı seni konuşturmak istedim, sesin duruyor muydu, büyücü kadın seni hayallerime mi, gerçeğine mi bağlamıştı? Bana sarıldın, beraber atlatacağız dedin. Anladım, aslında hep benimleydin.

Öldüğün günün üzerinden 178 yıl geçti. Ölmüş olman gerçek olmayan sana sonsuz ömür olarak yazılırken, benim bağlılığımla ömrü bana da geçti. Sensiz hayat çok zordu. Gerçek olmayan sen de bana yetmemeye, hayat tat vermemeye başladı. Senin olmadığın bir dünya, ne zormuş, anladım. Biliyor musun, gerçekten yazmakla, düşünmekle, anlatmakla, rüya görmekle, konuşmakla, konuşmamanla, okumakla, uzun uzun beklemekle, çizmekle, istemekle, gelmeye çalışmakla, gelememekle, hep gitmek zorunda olmakla, uzak kalmakla, şarkılarda bulmakla, kaçmakla, gece boyu hayal etmekle, gündüz her yerde aramakla, şehirler ve ülkeler değiştirmekle bitmedi. Sen, ölmekle biter mi sanmıştın?
Gerçek sana, sevgilerle
Senin E.

*Mabel Matiz-Fırtınadayım
Önerilen şarkı: Mabel Matiz'in Maya albümünün 
bende bıraktığı etki,
Bu nedenle tüm albümü dinleyin! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder