22 Nisan 2025 Salı

 


"Karıştırıp durduğunuz

Küller, küller -

Et, kemik, yok orada başka bir şey"*

ve

"Bu aşkın nüshası rüzgarlarda

Aslı bende kalacak"

 

Onların hiçbirine dün olanları anlatmadım. Anlatmaya fırsatım olmadı. Sabah balkonumdan hepsinin, arabanın içine doluşup geldiklerini görür görmez o merdivenleri nasıl indiğimi görmeliydiniz. Ah bu hepsine uzakta olmanın hissini, onların hiçbiri bilemez. Onlara sarılmaktan nasıl korktuğumu, nasıl korkak olduğumu. Sarılınca ne hissedecekleriyle yüzleşmekten dahi kaçtığımı. Ne yapacağımı bilemediğimi. Benim için bu, kaza sonrası arabaya binmek gibi. Ameliyat sonrası ilk sarılma… Hiçbirini bilemezler.

2 yıl boyunca onları vücudumun bir parçası olarak değil, bir hastalık olarak taşıdığım için onlardan bahsetmek benim için çok zor. Zaten artık kaybettim. Barışmam da, süt dolu hallerini görünce, çok sonraları olmuştu. Çok kısa süre sonra başıma bu işleri sardılar. Çok aniden. Bunun aniden olmayanı var mı, bunu da bilemem.

Arkadaşlarım, sırayla duydu haberi. Kimi birbirini aradı, kimine eşim söyledi, birini ben kendim aradım, diğerine annem haber verdi. Biri kalkıp ilk uçakla yanıma geldi. Biri sık sık ziyaretime gelip hastanelerime eşlik etti. Biri sık sık aradı. Kiminin konuşmaya cesareti olmadı. Anlıyorum bunu. Benim için de yüzleşmesi zor.

Birbirini sevenler, uzun uzun buna neyin sebep olduğunu konuşmuşlardır. Duyanlar, duymayanlara… Olanların birazını bilen 2’si, kesin buluşup gözleri dolu dolu birbirine sarılmış, ölmüşüm gibi davranmışlardır. Hikayenin mutlu kısmını bilenlerin aklına gelmemiştir. Sadece ağlamalarımı duyan lanet etmiştir. Ben, ben sadece korkağım. İçimde neyin sebep olduğunu bilen yanım hep benden kaçmıştır.

Onların hiçbirine dün olanları anlatmadım. Arabada uzun bir yola çıkıp, bir sürü şarkıyı ağlayarak dinlediğimi. Artık memesiz vücudumla kendimi ne kadar kadın gibi hissetmediğimi konuşmadım. Hiçbiri hislerimi sormaya cesaret edemezdi. Ellerinden gelen, tam 590 kilometre yol gelip bana moral olmaktı. Ben bu geceyi unutabilir miyim…

 

---- Mutfaktan gülüşmeler geliyor, birileri tabakları diziyor, birileri “biraz daha tuz” diyor. Salondan balkona açılan kapı yarı açık, biri sigaraya çıkıyor, öteki yanına gidiyor, bir başkası da onu takip ediyor. Küçük bir küme, susuyor. Sanki birlikte susmak da bir dilmiş gibi. O dilde anlaşıyorlar. İçeriden eşimin sesi, bıçak gibi “içmeyin şunu” diyor. Kümenin dumanı dağılıyor. Dağılan koku da içeri sızıyor, özlemin kokusu sigaraya karışıyor.

Hepsi çocuğunu bırakıp gelmiş. Bir tek henüz bebeği emen Esra ve Hüseyin’in kızları yanımızda. Eşim, oğlumuzu; Hüseyin de kızını içeride uyutuyor. Emir ve Demet sarılıp koltukta oturuyor, İlkin ve Ozan karşılarında, Mehtap ve Gamze eşleri  Dinçer ve Sercan’la yıllar sonra görüşmüş oldukları için masada koyu bir sohbet tutturuyor. Esra, Melek, Onur ve ben yere oturuyoruz. Birbirimizin aynasında, kendimize biraz daha yakın duruyoruz.

Biraz eski hikâyeler.

Ama araya zaman karıştığı için herkesin anlattığı versiyon farklı.

Ve bu, daha da güzel.

Bir ara biri “çocukken…” diye başlıyor,

o cümleyi herkes seviyor.

Çünkü çocukluk ortak bir toprak gibi.

Oraya döndüğümüzde hiçbirimiz kayıp değiliz.

Hayatlarıma hep başka bir yerlerde dahil olan,

Birbirini bir yerlerde görmüş,

Benim için birbirine katlanmış bunca kişi,

Birileri eksik.

Çağırılmamış.

Bunu düşününce gülümsüyorum.

ama o gülümsemenin içinde en çok ben varım.


Kahkahalar yükseliyor bir ara,

‘sessiz olun, çocuklar uyanır.’lar.

İlkin'in mutlu sesini özlediğimi fark ediyorum,

Onun sesine Esra'nın gülüşü,

Esra’nın neşesi ise Hüseyin’e karışıyor,

Onları böyle görmeyi özlemişim.

Esra’ya sarılmak istiyorum.

Hala bunu konuşmadan anlıyor mu?

İçilen bir yudum.

Eski, yıllarca sürmüş düğümlerinin üzerine,

Göz göze geliş.

Herşeyin o an gerçek olması.

Sanırım anlasa da o duvarı yıkmayacak.

Belki üçümüz yeniden,

bu sefer güzel günlere...

Sofrada yarım kalmış bardaklar,

çok konuşulmuş konular.

Bitmemiş bir çay,

yarım kalmış bir cümle.

 

Saat geç oluyor.

Herkesin yeri değişiyor.

Erkekler bir yere,

Kızlar ayrı yere,

Kimi balkona,

Kimi mutfağa.

Eksik olanlar, hayalet gibi aramızda dolanıyor.

Emir şarkılar açıyor,

Önce Kıraç’la başlıyor.

Gözgöze geliyoruz.

Eşim, ben, Emir ve artık aramızda olmayan biriyle gittiğimiz ilk konser.

Ona gözlerimle sarılıp bunca yıl için teşekkür ediyorum.

O bunu hala anlıyor.

Sonra Ferdi Özbeğen’ler geliyor,

Ahmet Kaya’lar.

Hepimizin içi o sesle eşitleniyor.

 

Bir ara Melek beni sıkıştırıyor.

Eskiden bahsettiğinde hiçbir şey anlamadığım,

Ama şimdilerde ezbere bildiğim bir sürü tıbbi terim soruyor.

Bildiği yerden gelince kendini güvende hissettiği bir alan.

Onu böyle hevesli görmeyi de özlemişim,

Yaşanan onca zorluklardan sonra,

Hayata tutunuş mücadelesine tekrar hayran kalıyorum.

Onur gelip onu belinden sarıyor,

Beni soru bombardımanından kurtarıyor.

‘şu kızı çöpe at.’ diyip gülüyorum.

Mehtap ve Gamze’nin arasına oturuyorum,

Gamze’nin hiçbir özel yanında olamadım.

Ona sımsıkı sarılıyorum.

Kulağına eğilip özür diliyorum.

Karşılığı, omzumu ısırıp veriyor.

 

Gece bitiyor.

Sabah erkenden yola çıkacaklar.

Herkesi evimize sığdırıyoruz.

Herkese yatacak bir yer buluyoruz.

Kalplerimiz bir olsun…

 

Gece eşime teşekkür edip sarılıyorum.

Memesizliğimi bir tek o dert etmiyor.

Ben ne yaptım ki diyor,

En çok onun uğraştığını biliyorum.

Hep, her an, her zaman.

Bunu görüyorum.

 

Dünyanın en güzel güneşine uyanıyoruz.

herkesin evdeymiş gibi rahat ettiği bir akşamın arkası.

Zamanın henüz hesap tutulmadığı yıllardan kalma.

Çocukları önden yedirip kendimize uzun sohbetli bir kahvaltı hazırlıyoruz.

Sanki günlerdir berabermişiz gibi, gitme vakitleri yaklaştıkça boğazımda gittikçe büyüyen bir düğüm oluyor.

 

Saat gelince,

Montlar kapıdan geçiyor,

ayakkabılar giyiliyor,

gülüşmeler koridora kadar uzanıyor,

Apartmanın merdivenlerinden sarkıyor.

Vedalar hep biraz eksik oluyor,

Esra bana yetecek kadar tam sarılmaz,

Gamze telaşla çabuk çıkar,

Mehtap bana uzun uzun bakmaz.

Melek burada artık keyifsiz olduğumu anlamaz,

Emir onu nasıl aradığımı bilemez.

Yine aynı hislerle,

Son “görüşürüzler” dağılırken havaya, kapanıyor kapıları.

Bir süre duruyorum arkalarında,

Onlar gözden kaybolurken.

Hiçbir şey düşünmeden.

Sadece orada.

 

Ev sessizleşiyor hemen ardından.

Sanki odalar geri çekiliyor,

sesleri yutmak için biraz daha küçülüyorlar.

Mutfağa geçemiyorum hemen.

Balkona da çıkamıyorum.

Bir ses - bir bakış – unutulmuş bir eşya arıyorum,

masa etrafında fark edilmeden.

Geri dönmeleri için bir bahane.

Yaşanmış bir şeye dönüşen o anıları arıyorum.

Şimdi raflar yavaş yavaş dağılıyor.

 

 Telefonuma bir mesaj geliyor:

Gece için teşekkür eden, “iyi geldi” diyen bir cümle.

Sadece ekrana bakıyorum,

Sözcük gerektirmeyen cümleye.

 

Oğlumun hep beni ısıtan sesi, içeriden sıcacık geliyor.

Onun sabah kokusu,

Sıcak ayakları,

O masumluğu.

“Anne bak, kule yaptım!”

Gülümsüyorum.

Oyun halısına oturup oğlumun saçlarını düzeltiyorum.

 

 

Bu şehir benim için hala yeni..

Hiçbir market, “bizim market”imiz değil,

Sevdiğim bir yer yok,

Alışamıyorum.

Süt, yoğurt, ekmek.

Ve eksik olan her şey.

Başkasının eksiği gibi.

 

Eşimle kendime kahve yapıp balkona çıkıyoruz,

Emir’i arıyorum yolculuğu sormak için.

Başka yerlere, başka evlere, başka insanlara gidiyorlar.

Benim içimden geldiği her an gidemeyeceğim kadar uzak.

Sanki uzaklaşmak sadece fiziksel değilmiş gibi.

 

Gözlerim doluyor.

Birden.

Sebepsiz değil, ama hazırlıksız.

Eşim elimi tutuyor.

Oğlumun hasta olduğu ve kimseyi arayamadığım bir akşam söylemiştim,

“Gurbete şimdi düştüm.” diye.

Bu ikinci düşüşüm.

 

Belki bir daha olurdu,

Birlikte yeniden toplanılan bir masa,

çocuklar oynarken kahkahaların havada uçuştuğu bir akşam.

Şarkı söyleyen biri, bir başkasının gözyaşlarını gizlediği an.

Ve benim, aralarına hiç uzaklaşmamış gibi karışmam.

 

Yine de onların yerini bilmek

bir yerlerde, iyi olduklarını bilmek

bazen yetiyor.

Benim artık olmadığım masalarında,

Eski bir fotoğrafta belki ben,

Arka planda, bulanık ama oradayım.

Birinin omzuna yaslanmışım,

Saçlarım dökülmemiş,

Saçlarım uzun.

Yüzümde gölge, kalbimde sır yok.


Şimdi, bu uzak şehirde,

bu loş mutfakta,

çamaşır makinesinin sesi eşliğinde,

o fotoğraf başka bir şeydi.

yeniden oradaymış gibi hissettim kendimi.

Bir sesin ortasında.

Bir fotoğrafın içinde — hala yaşayan bir kadın gibi.

 

*Sylvia Plath

Fotoğraf 2016 yılında, Ankara'da çekilmiştir.

O gece çalan şarkıların bazıları: Kıraç-Yıllar sonra, Razıysan gel, Zaman, Beddua

Ferdi Özbeğen-Gündüzüm seninle, Ağla halime, Sevda

Güncel Gürsel Artıkyay-Yakarım geceleri. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder