"Savaşmayı bırakan insana kim ne yapabilir ki?
Yenilmek kadar büyük özgürlük yok,
şimdi kazananlar düşünsün Osman."*
ya da
"Bu hikaye senden uzun Osman."
Eylül sonu,
Açık pencereden
odanın içine,
sesi artık
durulmuş denizin kokusu ve serinliği doluyor.
Yazlığın
terasında, eski tahta masada içilen kahveler,
Akşamdan kalma.
Çitin
dibindeki süsenler, soluyorlar
artık.
Kırılganlıklarını
sana benzetmiştim onların,
Senin
kaçınılmaz sonuna.
Toplarken bir
mevsimden fazlasını taşımayan valizini,
bana
bıraktığın gülfem gibi.
Dayanamayan,
sıcak isteyen bir çiçek.
"Bakmazsan
solar" demiştin.
Bakmadım.
Bana onun adını
sen söylemiştin.
Ben ilk kez
o gün öğrenmiştim.
Zor bulunurmuş.
“Sen gibi
demiştin.”
İnanmıştım.
Şu yüksükotu çiçek açmadı bu sene.
Tohumlarını
rüzgarda bıraktı çaresiz.
Hiçbir yere
tutunmadılar.
Ama
düştükleri yerleri biliyorum.
Boynuzotu ise kuruyup
çekilmiş.
Sadece küre çiçeğinin yer yer direndiği
küçük bir alan kalmış bahçede.
Ormankuşçuğu ise hâlâ
güçlü.
En kuytuda,
gizlice direniyor.
Zaten her
şeyin sonunda o kalırmış.
Ben,
Gördüğün gibi.
Çok az şey
yeşil kaldı.
İçimde küçük
bir şey hala yaşıyor.
Ve bir
köşede, çatlamış bir saksıda
tek başına
bir ömürotu büyüyor.
İnatçı,
suskun, belli ki yanlış zamanda açmış.
Tam senin
gibi.
Biz gibi.
Kuşlar da
azaldı gökte
Çoğu göç
yolunda,
onları bir
zamanlar izlediğimiz yeri de,
Sen seçmiştin.
Zakkumla karaçalı arasında,
Ve ben hâlâ
buradayım.
Ben bazen hâlâ
kuşlar için orada kaçıyorum.
Seninle o
yerimize ilk gittiğimizde,
Küçük
patikadan geçerken boynuzotu
sarmaşık gibi dolanmıştı çalıların arasına.
"Bak,"
demiştin,
“Görünmeyeni seviyorum ben, saklananı, bu yüzden sakladım seni.”
Seninle her
konuşmamız böyleydi —sonrası uzun bir sessizlikler.
O akşam,
güneş batmadan hemen önce sahil
yoncası arasına uzanmıştık.
İtüzümlerinin
hemen yanına.
Gülmemeye
çalıştığımız anlardan biriydi.
Hiçbir şey
söylemeden.
O anda
sadece rüzgara boyun eğen çobangüllerin
sesi.
Şimdi oralardaki aslan ağızları da solmuştur.
Güz müşkürümü rengini
yavaşça koyultmuştur.
Gelincik tarlası
çoktan sarıya dönmüştür.
Sonra o taşın
altına sıkıştırdığın küçük notun,
"Buradaydık."
O kadar.
Çiçeklere
son kez baktım.
Güz müşkürümü hâlâ
ayaktaydı,
Kapıya
geldim.
Kilidi
çevirmeden önce durdum.
Avcuma güneş
ışığı düşüyordu.
Kısacık.
Son kez.
Ve sonra,
“Kapıyı çektim.”
Arkada kalan
her şey — rüzgar, son kahve, sessizlik, çiçekler, sen
şimdi sadece
içimdeydi.
Yokuştan toz
kalktı, yaprak uçtu,
Ben giderken.
Bazı yerler gitmemizi beklemez.
Bazı kuşlar böyle göçmez.
Bazı yeşiller böyle solmaz.
Bazıları gitmemizi istemez.
Bazı sonlar böyle yazılmaz.
Bazı hikayeler böyle bitmez.
Başkalarının
bazıları…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder