31 Mart 2013 Pazar

                    Ona sorsanız ben şeytanın biriyim
                              Ona sorsanız ben yalancının tekiyim.
                                    Ve yine ona sorsanız,
Onu sevmekten başka bir şey yapmadığımda bile
gönlüne giremediğim için
suçlu olan
yine benim!

ELİF KÜLAH

25 Mart 2013 Pazartesi


Bugün laboratuvar raporumu yazarken yanıma geldi. Kulağıma dışarı gelmemi söyleyip kolumdan çekti. O kadar garip bir hali vardı ki yıllar önce saklamam için verdiği mektuptan vereceğini sandım önce. Bu sefer de saklar mıydım yoksa " sende kalsın" mı derdim bilmiyordum. Ama o sırt çantasını açtı ve içinden parlak cam gibi bir şey çıkardı. Bu beyaz bir CD kabıydı ve üzerinde resmen " LOUIS ARAGON" yazıyordu. Bu beklediğim bir şey değildi. Ona sarıldım defalarca defalarca ve teşekkür ettim. Bu bana verilebilecek en güzel hediyelerden biriydi çünkü içinde Elsa vardı yine... Hemen fotoğrafımı çektirdim bizimkine, mutluluktan. şimdi biraz arşivimi yoklayayım mı?





24 Mart 2013 Pazar

"Seni." dedi gülümseyerek. " Seni hep beyaz mobilyalı evinin önündeki henüz güneş yeni batarken bahçene attığın yazı masan ve tahta sandalyende yazarken veya okurken hayal ediyorum. Ben bahçeye çıktığımda bana gülümsüyorsun. Sana battaniye getiriyorum. Yanına oturduğumda saatlerce konuşuyoruz Elif. Yazarlığından, geçirdiğin mutsuz günlerinden. Şimdi hiç kimseyle görüşmek istemiyorsun biliyorum. -Seni bir yolda ilerletmeyen hiç bir arkadaşını göresin yok.- Sana köstek olacaklarını sanıyorsun. Ne olurdu biraz daha güçlü olsan?"

Bana kurdurttuğu hayalle gülümsüyorum önce. Elbet bir gün gerçek olacak bunu biliyorum, eminim çünkü. Ancak içimdeki bu hırsı ve hissi bir tek onun algılamasının verdiği acıyı da hissetmiyor değilim. Hani biri dese ki "ha gayret, olacak.", dağları aşacağım, deleceğim taşları kayaları, her bir şeyi. Hani biri tutsa kolumdan ve dese ki..

"Sen" dedi gülümseyerek. "Bana söz verdin." Bekledi sonra biraz. Yutkundu ve az önce ayaklarına bakan gözlerini kaldırdı gözlerime kadar. "Dimdik duracağına söz verdin." Bekledi biraz sonra. Yaş mı düştü gözünden yoksa bir İlahi damla mıydı onun yanağında duran yanağımı ıslatan? Nefesini tuttu ve verdi 2. damlayı hissederken ben. " Kendini uzaklaştırıyor gibisin."

"benden."

Hıçkırıklarımın yerine hislerime ve bu hislerin beynimde yarattığı uyuşukluğa bıraktım kendimi. Bunu ilk hissettiğimde ve ilk bayıldığımda bir otobüs yolculuğundaydım. Tanımadığım insanlar beni kucaklarına alı oturtmuşlar ve montumun düğmelerini tek tek açıp nefes aldırtmışlardı. Bir diğerinde gözlerimi açtığımda Bir hastane yatağındaydım. Bir diğerinde kendi yatağımda. Şimdiyse, onun hayatında.

Ona ne cevap verdim? Hayır uzaklaşmıyorum mu dedim apaçık? Duygularımı artık dökemiyorum diye öyle mi sandın mı dedim? Ne karşılık verdim ona, yine bayılmadan önce?

Anlamıyordu değil mi Elif'i. 

Bana bıraksalar, ben...

Bu bir İlahi damla mı şimdi?


9 Mart 2013 Cumartesi

Bugün sabah uyanır uyanmaz üniversiteye ilk başladığım yıl hazırlayıp bantladığım bir kutumu açtım. Yazılarımı okudum. Sonra geçen sene aynı şeyi yaptığım kutuya gitti elim. 2 tane kağıt kalbimi yaralasa da okudum her şeyi. Başucumdaki büyük kolon-radyom açıktı ve bir radyonun pop-40'ı vardı. Birden " bu yolu senle birlikte geçecektik, aynı yaşlara birlikte girecektik" deyiverdi şarkı. Benim kağıtlarımdan birinde ise şöyle yazıyordu:

" İnsanın 3 sendir bakmaktan ( görmekten ) bile kaçtığı şeyi gördüm. Şimdi elimde boşluklar var, affedilmeyecek boşluklar. Parçaları birleştiriyorum ve bunu yaptığım zaman elimde sadece hayal kırıklıklarım kalıyor. Gerisi, geriye kalan tüm hüzünler yerli yerinde..."

Hayal kırıklıklarımı ekmek kırıntılarıyla eş tutuvermişim. Öbür kağıt ise beni fazlaca yaralayıverdi:

"Bir kumaş parçasının üzerine kaç saatte eriyeceğini  test etmem istendiği için  döktüğüm saf asit gibi içinde var olduğum, yaşamak istediğim hayat var. şimdi içimdeki milyonlarca hikayemi, başkalarının hazlarını zedelemek için asit döküp erittim.
Onlar istedi diye var olan bir robottan farkım yok. Bütün hayatımı, hayallerimi bitirdim.


     Şimdi arkamdan "aşkını yaşayamadığı gibi hayallerini de yaşamadı." diyecekler.
Ben hayatımı kendi başıma yaşatamam ki..."


6 Mart 2013 Çarşamba

Ben lisedeyken çok dertli biriydim. Yani şu her şeyi kafasına takan bir genç kız düşünün. Ağlamaya kalkıştığım zaman "Simge" hemen kulağıma fısıldardı "Yukarı bak, yukarı" diye. O bende alışkanlık olarak kaldı işte. Şimdi ne zaman dolsa gözlerim, yukarı bakıyorum. Eğer bu olay odamda oluyorsa duvarlarıma takılıyor gözüm, yukarı bakınca. Yazılarla, notlarla doldurduğum duvarlarıma. Bu sabah, uzunca bir süreden sonra o olayı yaşadım. Hemen penceremin yanında, masamın önünde oldu. Gözlerimi kaldırınca notlarıma takıldım, uzun süredir hatta yıllardır bakmadığım o notların içinden bir isim fırladı. Anmayalı ne çok olmuş dedim içimden...

Sonra neden artık fazla yazmadığımı düşündüm. Bizimkini düşündüm " 3 sene önceki gibi yazmıyorsun artık" deyişlerini. Önce onu üzmemek için yazmadığımı, sonra biri okur diye yazmadığımı, sonra da yazmaya yazmaya köreldiğimi anladım. Şu öküz oturma meselesini bu sabah yaşadım.

bu ağlama olayı gün boyu geçmedi, uzun ego yolculuğumda, onun yanında, evime dönerken ve muhtemelen uyuma aşamamda. Oysa artık uslu ve güçlü bir kız olmuştum. 23 yaşımın hakkını verecektim artık. Ama o kara duman peşimi bırakmıyor ki.. Sonra da şarkıda diyor ki :

" sevduğum dayanamam, alsun benu bu duman..."

Sonra ben de " ah bu şarkıların gözü kör olsun." diyorum.


Ona yazmak artık çok acı. neler yazacağım ki? " ağlama, dayan, sabret, geçecek, her şeyin üstesinden geleceğiz." mi? yine büzecek dudaklarını, eğecek boynunu yere, düşecek omuzları, koyacak ellerini dizlerine ve sıkacak parmaklarını. Sonra gülümseyecek bana "asıl sen gül" diyecek. "gül ki gülsün yüzüm." Bu olayı yaşamaya ne kadar çok alıştık biz...


Şimdi her şey geçtiği için, beraber ağladığımız için, her şeyi ona sabah söylediğim için rahatlayıp yazımı bitiriyorum...

Allah yar ve yardımcımız olsun...