27 Mart 2014 Perşembe

O yılan

Bu zaruret, bu zaruret, bu zaruret!
Bu içimin suyunu bardaktan boşaltırcasına boşaltan, bu tüm zehri kanıma karıştıran zaruret! Tüm kinime yayılmasını sağlayıp vücudumu sarsan nefret, ihanet, aldanış ve diğer tüm kötü hislerin zarureti!

Bir yılan biliyorum. Islak ve tüm dünyanın az önce çıktığı karanlık  toprak olduğunu sanan küçük bir yılan. Cam gibi şeffaf derisinden hem içini ulu orta görebildiğimiz hem de doğruluğu yansıttığı muallakta olan olan ayna gibi parlak vücudundan yansıttığı kadarını gördüğümüz. İçinde ve dışında kendi oluşturduğu zehirli kini biriktirip biriktirip sırf birileri onu fark etti diye "deri değiştirme" bahanesiyle o deriyi de fırlatıp atan bir yılan. İncelip kalınlaşma yeteneği hat safhalara ulaşmış ve en kuytu "aralara" dahi girip dolanıp dolanıp her şeyi birbirine karıştıran bir yılan. 

O yılan, o yılan, o yılan! Hepsinin sebebi o; tüm bu nefretimin, bu uyanışa kavuşamayan uykularımın, gündüze varamayan gecelerimin, güneşimin karasının, yüzümün yanışının, tüm bu isteksizliğin sebebi o yılan! Bu ölümün, bu ölümün, bu ölümün, bu ölümün, bu ölümün, bu ölümün sebebi o o o o o o o o o o o o! Kaçış yok ondan! Topraktan  ilerleyip hızla sızma yeteneği var onun, kaçış yok! 

Tüm bu zorlukların içinde onunla uğraşıp o aynalı kafasını geldiği toprağa gömemediğim için suçlanması ve asılması ve asılması gereken benim! Her şeyi bastırıp , tüm insanlara olan yüz kızarcıklığımı bastırıp onu öldürmesi gereken benim! Oysa ben susmayı seçiyorum... Bir tutam çayı suya atıp demler gibi, çayın kırmızılığını bekler gibi nefretle demliyorum içimi. Şekersiz, acı bir dem kanım. Her damlası o yılana kinle dolmuş kötü bir merhem yaram!


"Bir saat bile yeri gelince yanlış zamanı gösterirken,
sen nasıl şaşırırsın insanın zamanla değişmesine?"

Elif KÜLAH


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder