2 Kasım 2014 Pazar

Limon tepesinin ölüleri

Kapının zili çalınca şaşırdı. Ona, kimse gelmezdi. Yıllar önce bir sebepten evden çıkamadığı, psikolojisi bozulduğu için kopmuştu hayatındaki herkesten. Bir gece de gururuna yediremediği laflar yüzünden ağlayarak iş aramış ve dualar ederek, içinden yalvararak gittiği iş görüşmesini başarıyla geçmişti. Yoğun kitap düzeltmeleri onun çevresinden kopmasına resmen daha geniş bir yol açmıştı. Bu yüzden çalmazdı kapısı. Bu yüzden şaşırmıştı.

Kapının önünde her kim varsa gitmesin diye hemen koştu açmak için. Kimse yoktu. Yalnız limon renginde küçük bir mektup. "Neden limon rengi?" diye düşündü eline kağıdı alırken. "Bunun amacı ne?" Sonra da normal bir insanın bunu asla sorgulamayacağı geldi aklına. Kendine kızıp masasına yöneldi.

Bildik bir el yazısı değildi. Bildik olsa da unutmuş olacağını düşündü. Yuvarlak harfler, geniş ve büyük şekilde yerleştirilmişti kağıda:

"Bugün saat 18.00'da Telgraf Meydanı'ndan Limon Tepesi'ne çıkan Ağaçlı Sokak'a git. Seni orada bekliyor olacağım."

Heyecandan ölecekti. Yıllar sonra bir buluşma! Ölecekti işte, ölürdü de kolayca!

Hemen üstünü giyindi, havalar soğumaya başladığı için üstüne kalın bir şeyler aldı. Her an üşüyen ellerine eldivenlerini, sıkı sıkı sarılmaya alışkın boynuna da şallarından birini taktı. Dışarı çıktığında rüzgar onu sarstı, düşeceğini sandı. Düğmelerini kapattı, yürümeye başladı.

Nasıl olmuştu da sürekli sahneler üreten beyni, bu sefer felaketler veya aşk hikayeleri yazmadan evden çıkmayı emretmişti ona? Kim yazmıştı ona bu mektubu? O mu? Ne derdi ona, Furuğ gibi mi örneğin "Tutsak bir kuşum, vazgeç benden". Yoksa  evi terk etmesine sebep olan kişi mi, "gidersen öldürürüm seni!" diyen mi? Yoksa az sevdi diye içlenen dostlarından biri mi? Neden Limon Tepesi'ydi ve neden Ağaçlı Yol, neden bir masa değil ille bir sokak? Sonbaharın öksüz bıraktığı ağaçlarla ne yapacaktı bu soğukta?

Sokağa yaklaştıkça elleri daha fazla üşüdü. Kimseler yoktu kaldırımlarda. Hava da kararmaya başlamıştı. Bu ıssızlığın onu korkutmadığını sayıklayıp durdu içinden, inkar etti kendini. Köşeyi dönünce gelecekti işte, tam vakti!

Köşeyi de döndü evet, döndü köşeyi.

Döndü. Az önce bulunduğu sokağın son, Ağaçlı Sokak'ın ilk binasının önünde kalakaldı. Gözlerini açtı. Şaştı, kusmak istedi, dağıldı, iğrendi dünyadan. Çıplak ağaçların hepsi doldurulmuştu. Üşümesinler diye mi? Cesetler asmışlardı ağaçların dallarına! Ölü insanlar! Bu sokağın insanları mıydı onlar, başka yerden mi getirilmişlerdi, neden ölmüşlerdi, neden ölmüşlerdi, neden buradaydılar, neden sarı mektupla onun bu cesetleri görmesini istemişlerdi, kim yapmıştı bunu!

Korktu. Korktu. Korktu yine!

Gözlerini kısıp ileriye baktı. Kanıyla, canıyla oradaydı.  Ona koşmak istedi, zaten bakışıyla kendini ele vermişti. Daha ne kadar gizleyebilecekti? Bu andan başka zamanda söyleyemezdi, kendine dahi itiraf edemediğini. Yolun tam ortasında duruyordu. Ölü müydü?

Gözlerini kapatıp koşmayı düşündü, cesetleri o ölü yüzleri görmeden ona ulaşabilmeyi. sonra yere dikti gözlerini. "Göz var, göz var, göz var!" inanamadı! yüzlerce, binlerce, milyonlarca ölü, kopuk göz serpilmişti yere! Arnavut kaldırımı dediğiniz bu mu sizin! Yüreğini eline almak istedi! okşamak ve teselli etmek kendini. artık çaresizdi ve anlamıştı her şeyi. Elleriyle sesine yol gösterdi. Tamamen açıp dudaklarının kenarına yerleştirdi ve bağırmaya başladı:

"Gördün mü? Gördün mü dediklerimi benim? ben zihnimi senin hayaline emanet ettim, inan. İçimin yarası bundan! Bir parça büyüttüğüm ve kocaman yaptığım. Minik bir sözden yaptım bunu, küçücük bir geceden büyüttüm her şeyi. Camları sıcak yemeklerden buharlaşan odada doğurdum, beyaz masamda doyurdum. Boğazını kesmeyi denedim. Sonra dolabıma gizledim. Gördün mü! Sana giden ayaklarımın önü ölü dolu. Vazgeç! Çocuk gözlerini kes, bağıran gülüşünü sustur. Gördün mü, ben kuş değilmişim. Sana gelemezmişim. vazgeç Hadi!"

Yazdıran şarkı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder