8 Eylül 2015 Salı

Şeytan Kız

Serinliği duyuyorum, uğultuyu, tuzu, nemi. Gözlerimin kapalı olması denizi içimden görmeme engel değil. Rüzgarın tenime ulaşmasına hiçbir şey karşı koyamaz. Ellerimi tutan 2 kızıma, pembeler giymiş 2 kızıma, kimsenin şahit olmadığı kızlarımla benim arama kimse set kuramaz. Gözlerimi açıp denize, huzura, yok olmalara koşarken onlarla, bu dünya gerçek değil. Bu dünya yaşamı, bu aldandığınız tüm saatler, her şey bir yanılsama. Bu sevmelerinizin hepsi bir limon kokusu aslında, sevmek diye bir şey olabilseydi, iyilik olabilseydi diyorum, şu kumsalın taneleri sevmek olurdu en çok. Oysa bana şu iki kızımdan başka hiçbir sevgi değmedi.

Mutluyum. sizin göremediğinizi görüp erkenden yolumu çizebildiğim için. Kızlarıma tutunup ölüme koşuyorum. Huzurlara, serinliklere, güzel kokulara koşuyoruz onlarla. Yüzlerine bakıyorum. Şapkaları engelliyor, rüzgarın uçuşturduğu saçları engelliyor, kahkahalarını susturan elleri engelliyor görmemi. Yüzlerini bilmiyorum kızlarımın. Önemli değil. Koşuyoruz ya umuda.

Aniden sanki biz bir resimmişiz veya masaya sırt üstü konmuş bir fotoğrafmışız gibi, bir el beni kurtarmak istermiş gibi, belimden tutup çekiyor beni. Esmer büyük bir el, baş ve işaret parmaklarıyla gözyüzüne çekiyor beni. Kızlarıma bakıyorum yukarıdan, buluttan, güneşten bakıyorum. Onlarla gitmek, onlarla ölmek isterdim. Denizime kavuşmak tek hayalimdi, yine yenildim.

Gökyüzünde, uzayda çekilmeye devam ederken kulağıma tanıdık sesler takılıyor. Bir anda simsiyahlığa düşüyorum. Anında, sıyrılıyorum. Sesler yaklaşıyor, büyüyor, çoğalıyor, gerçekleşiyor hepsi. Her harfi anlıyorum. Başım ağrıyor. kızlarımın güzel sesi olsaydı. Bunların her hecesinde yoruluyorum. Beynimi yerinden atmak istiyorum, kolum kalkmıyor. Beni çeken elden diliyorum. Beni boşluğa bırakıyor.

İrkilerek uyanıyorum. Burası benim odam değil. Gözlerimi yakan ışık, odama asla girmedi. Başımdaki adam, kapıdaki annem ve ablam, hemen yanlarında yarısı gözüken polis. 2 kadın dışında hiçbiri daha önce olmadı. Bana en yakın adama bakıyorum. Gülümsüyor. Bir şeyler söylüyor bana. Boş boş bakıyorum. Anlamıyorum. Kelimeleri mi unutmuşum, kulaklarım mı gitmiş, beynim mi gitmiş bilmiyorum. yerinden kalkıyor. bir iğneyle yaklaşıyor yanıma. Kolumda sızı. Polise bakıyorum. Acaba tanıdığım biri miydi? elleri, beni denize koşarken göğe çeken eller mi? zihnimde hiç belirmiyor. Annemin gözleri dolu, ablamın da. yavaş yavaş bulanıyorlar, duru suya taş atmış gibi netlikle karışıyorlar. Yitip gittiklerini sanıyorum. Kararıyorlar, uzaklaşıyorum, boşluğa yeniden düşüyorum.

Bu sefer  esmer el yok,beni kurtaran o büyük elden yoksunum. Yalnız bir kez tutmuştum oysa, ondan yalnız güç dilerken tutunmuştum. Tutunmamdan korkup bırakmıştı beni belki. Hava doluyorum, öksürüyorum, kalbim koşuyor, rüzgardan kuruyor, zarı çatlıyor, kanıyorum. Balıklar geliyorlar gökten, kanatlı, tüylü balıklar, kalbimi alıp suya atıyorlar. Kör bir uçurumdan mavi denize çekilmişim gibi. Kuşlar görüyorum bu sefer, kanatsız, balık derisinden pullu kuşlar. Biri kalbime yaklaşıyor, Gagasıyla çatlayan yerime dokunuyor, delip içime giriyor. Bir başka kuş derisini yarama sürtüp yağlıyor, yaram kapanıyor.

 İçimdeki gaga konuşmuyor, suskun, bir fırtınaya hazırlanır gibi diye düşünüyorum. Pulları canımı yakıyor, etimi kesiyor. Susuyorum.

Sesleri tekrar duyuyorum. Bu sefer az önceki uyanışımda uzakta duran sesler daha yakın, sıcaklık bile hissediyorum. Az önceki ışıktan korkup yavaşça gözlerimi açıyorum, oysa şimdi karanlık. Bir pencere arıyorum. Gökyüzünde balıklar yok. Tam karşıda bir televizyon ışığı görüyorum. Sonra annemi, elimi tutan ablamı. Konuşmak istiyorum. Ben hareket etsem pullar batar mı daha çok, diye düşünüyorum. Nefesimde yakmıyor ama gücüm yok. Ablam gidiyor, annem alnımı okşuyor, bir kaç damla döküyor. Doktor geliyor. Bir şeyleri anlıyorum. Gün neydi bugün? Polis, neredeydi? Babam yok muydu?

Babam olmuş muydu?

Sesime güç diliyorum. Burayı soruyorum. Annem konuşmamakta kararlı. Bir başka doktor daha geliyor. Güzel sesli, güzel bakışlı, huzurlu. Ellerine bakıyorum.  Elleri, beni denize koşarken göğe çeken eller mi? Odadan herkesi çıkarıp benimle konuşmaya başlıyor. Psikolog olduğunu düşünüyorum. Ellerimi tutup, bir süredir burada uyuduğumu söylüyor. Bir kaza geçirdiğimi, bir kaza geçirdiğimizi söylüyor. Hiç kimsenin bizi kaza anında görmediğini, beton bariyerlere çarpıp duran arabadan fırladığımızı anlatıyor. "Bizi" düşünüyorum. Biz kimdik? Ellerimi iyice sıkıyor, bana destek olmak için. Ellerine bakıyorum, az önce yanılmış olabilir miydim, beni rüyamda çeken eller bunlar mıydı?  Babamın öldüğünü söylüyor.

Babam olmuş muydu?

Devamını anlatmak istiyor. Kalbimin hazır olup olmadığından emin değilmiş. İçimdeki kuş konuşuyor. "Biz her şeye hazırız." diyor. Sonra suskunluktan sıyrılıp silkiniyor. Aklıma karanlık düşüyor. Bir gece hatırlıyorum yalnız. Onu yemeğe götürdüğüm geceyi. Çığlığımın bulaştığı bir geceyi. Yıllardır içimde biriktirdiklerimi masaya bir yemek gibi döktüğüm geceyi. Bir zehri kusar gibi söylediklerimi. Evet, ona her şeyi anlatmıştım. Ben güneşin üzerindeydim küçükken, gözlerim güneşti benim. Ben güvercin saçlı bir çocuktum.* Sonraları "küt" diye güneşten dünyaya düşmüştüm. O gün, içimi yakan kızgın bir yağ gibi, akıtıp sıyırmıştım onu kendimden. Kanımdan arınıp gitmişti. Onu böyle uzaktan tartınca anlamıştım: Beni hiçbir zaman sevmemişti.

Psikologum yeniden elimi sıkıyor. Ne çok şeyler anlatmak isterdim. Ellerine bakıyorum. Elleri beni kurtaran büyük, esmer eller değil. Günlüklerimi okuduğunu söylüyor. Anında kin doluyorum. Yerimden kalmak, ona zarar vermek istiyorum. Doğrulduğum an omuzlarımdan bastırıyor, kulağıma yaklaşıyor, çırpınıyorum! Yarın devam ederiz, diyor. Bir düğmeye basıyor, elleri hala omuzlarımda, elleri esmer değil. Diğer doktor geliyor, aynı iğneyi koluma batırıyor. Asıl güneşten düşmek buymuş, diyor içimdeki kuş. Karanlığa yeniden gömülüyorum.

Rüyasızım. Hülyasızım, hayalsiz, mutsuzum. Dingin, boğucu bir karanlıkta çalkanalıp duruyorum. Bir kapısı olsa şu karanlığın, açıp koşsam buralardan, biliyorum başka karanlıklar dolar benim yollarıma.

Uykumdan uyandığımda annem ve ablam dünden daha güzel. 2. doktorum yine yanımda, bu sefer gülümsüyor. Polisin yarısını yine görüyorum kapıda, yüzüm asılıyor. Doktorum onu baş hareketiyle kovup bana yeniden gülümsüyor. Ona o an güveniyorum, Beni koruyor. Annemle ablamdan çıkmalarını rica ediyor. Yeniden yalnız kalıyoruz. Ellerine bakıyorum, eller büyük değil.

Günlüğümle başlıyor konuşmaya. Bu sefer ona sinirlenmiyorum. Sırlarıma ortaksın diyor içimdeki kuş. Doktorum bunu zaten biliyor. Her öykümde cinayet yazdığımı söylüyor. Bunu biliyorum. Her sayfamda onu öldürdüğümü, hep ona işkenceler yazdığımı hatırlatıyor. Hepsini hatırlıyorum. Onları yazmak, gerçeğini hatırlamaktan daha kolaydı. Onu öldürmek istiyordum. Bu yalan değildi. Nasılsa ben şeytandım, böyle demişti. Bunu söylerken gözleri sarıydı. Onu hiç böyle görmemiştim. işaret parmağını bana doğrultmuş ve sen şeytansın demişti. Seninle artık ilişkimiz ve bağımız yok demişti. Diğer 3 parmağı kendini gösteriyordu, farkında değildi. Gözleri sarıydı, şimdi düşünüyorum da elleri esmer ve büyük de değildi. Daha önceleri içimi yakan kızgın yağı hatırlamıştım, o bana "şeytan" derken. o kızgın yağ, o kadar da sıcak değilmiş. Lavlar akmıştı içimden. Ben şeytandım. 3 parmağı kendini gösteriyordu ve parmakları esmer değildi.

Ona defalarca ölüm yazdığımı biliyorum. Beynim beni yok saydığında uyuşurdu ve onu öldürmek isterdim. Bu 10 yaşımdan beri süre gelen bir dürtüydü. Kendime engel  olmak için odamı kilitler ve hayali ölümler yazardım. Bu beni rahatlatırdı. Sonra yüzünü görünce onun zaten ölü olduğunu düşünürdüm. Sonra bir iyilik yapar onu affederdim. Aldanırdım. Sonra beni yine yok sayardı ve yine yanıldığımı anlardım, yeni hikayeler yazardım. Kızılcık ağacıma asar, içine fareler sokar, gözlerini keser, daha bir sürü şey yapardım. Bu gerçekten gerçeğinden daha kolaydı.

Ve beni 3 parmağı kendini gösterirken "şeytan" olmakla suçladığının ertesi günü, tüm samimiyetimle ona gülümsemiş ve onu yemeğe götürmüştüm. Bir önceki gün artık baba-kız olarak hiçbir samimiyetimizin kalmadığını yüzüme bağırsa da ona son bir şans vermiştim. İşte o gece, içimi masaya koyduğum, zehrimi kustuğum geceydi, hatırlıyorum. Onu bir sevgiliyi terk eder gibi, içimde terk etmiştim. Ona pişman olacağını fısıldamıştım. Kimse duymasın diye etrafına bakınmıştı. Hala nasıl biri olduğunu görmemişti. O masada şeytan değildim. O masada gönlünü açmış, tüm sözlerimi içine almış, geri kapatmış, dolmuştu. ertesi gün evden gidecektim. Arabaya bindiğimizde sarhoş gibiydi. Gözleri "şeytan" günü gibi sarı değildi. Donuktu, durgundu. geceye karışmıştık.

İşte bu yüzden, diyordu doktorum, o kazayı bilerek yaptığın düşünülüyor. Son gün de aynı şeyleri yazmışım, yazdım evet. Bir şeytana ölüm yakışmaz mı en çok? Öldürdüm onu yine evet. Ama onu gece kurban eden ben değildim. Polisi anladım, bu odayı, anladım her şeyi.

Şeytan olmak, doğa üstü bir şey olmaktı. İnsanların zihnine girip kontrol altına alabilmekti. Evet polisi anladım, yanımdaki doktoru anladım, herkesi anladım. Babamı ben öldürmemiştim, o sarhoştu, zehrimden sarhoştu. Şeytanı öldürmeyi seçmişti. Gözleri sarı, elleri esmer değildi. Beton bariyerlere tüm hızıyla çarpmak istemişti. Beni o betona sıkıştırmak, ezmek, öldürmek istemişti. Camlar patlamıştı. Ben ezilmiştim, babam bariyerlerden fırlamıştı.

Babam olmuş muydu?



* Metin Altıok
Elif KÜLAH
08.09.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder