NEVRESTE*
Sebepsiz
yere düştüğüm yanılgıları, hiçbir şeye dayandırmadan tutunduğum sebepleri bir
kenara koyarsak; yıllar boyunca hiçbir kan bağımın bulunmadığı bu insanlarla
geçirdiğim ömrün mutlu olduğunu varsayabiliriz. Başkaları için başkalarından
topladığım, avuçlarımda biriken metal tıkırtıları da nedenidir bunun; çıplak
ayaklarımla soğuğunu hissettiğim taş ve boş kaldırımlarda gördüğüm hayaller de.
Hiçbir umuda bağlayamadan atlattığım çocukluğum ise beni kaçıran Ali’nin annesi
sayesinde bitti…
Bir yılbaşı gecesi, henüz annemin
sesine dahi muhtaç yaştayken annemin ellerinden koparılıp getirildiğim bu evde;
elma yanaklı Kısmet teyzenin eteklerine sığındım, yoğurt kaymağı gibi buruşmuş
olan ellerine tutundum. Beni kaçıran Ali’nin annesi olduğunu sonradan
öğrendiğim yaşlı kadın, çoğu zaman evin yemek işleriyle ilgileniyor ve
çocukların fazla para getiremediği günler kendisi de dilenmeye çıkıyordu. Onların
hayatlarına uyum sağlamam, dileniş sırasında kaçıp gitmemem için Ali’nin uygun
gördüğü yaşa gelene kadar tüm zamanımı annesinin yanında geçirdim. Kışın en
soğuk günlerinden birinde yaşadığım ilk deneyimimden ağlayarak döndüğümde yine
onun elbisesiyle birlikte eriyen vücuduna sarıldım. Beni kurtarma yeminlerini
hemen o an fısıldadı kulağıma, defalarca.
O evde bizden başkaları da vardı
elbet. Sürekli gelip giden, saçlarının uçları sarıya boyanmış kızlar; Ali’ye minnettarmış
gibi tapan erkekler vardı örneğin. Kızlar birkaç ay bizimle yaşar sonra yok
olurlardı. Kısmet teyzeden sonra en çok bağlandığım ve benden yaşça büyük olan Ayşe
de ortadan kaybolunca bütün bunların nedenini sorgulamaya başladım. Bu olayın
benim başıma gelmemesi için analık hakkını ortaya koyduğunu sonradan öğrendiğim
Kısmet teyzeye kafama takılanları yansıttığımda ‘satmak’ gibi kelimeler çarptı
kulağıma. Sonrası yine yeminler, gözyaşları ve öz oğula dökülen lanet
cümleleri…
O da çabuk yaşlandı elbet. Saçlarına
düşenlerden fazla sayıda içine düşen hastalıklar onu genç yaşında harap etti.
Ali gibi bir belayı dünyaya getirmiş olmanın berbat duygusu da neden olmuştur
buna tabi. İnsanların yılbaşı bahanesiyle sokakları süslemeye başladığı hafta
hastalanıp yataklara düştü zavallı kadın. İçindeki acıma duygusu kabaran oğlu
ise, ona şehrin en pis hastanesinde yayları sırta batan ve bitli bir yatak
ayarladı hemen.
Annesinin hastalığına üzüleceği,
hastane hastane gezip çare arayacağı yerde bana göz koyan Ali’nin; bir sürü
kişiyle paylaştığım küçük odamdan beni gizlice aldığı gün, daha çok hak verdim
annesinin beddualarına. Annesinin hastaneye kaldırılışını fırsat bilip daha
önce ne olduğunu hiç bilmediğim ‘evlilik’ kavramını kendi doğrularına, kendi
kurallarına göre bana anlattı sokak lambasının sızdığı küflü odasında. Sırma
saçlarımın güzelliğini ve deniz gözlerimin derinliğini övdü tüm uyduruşu
bitince. Üstelik bu konuşmadan birine bahsedersem beni, bana çok zarar verecek
adamlara satacağına yemin etti. Beynimi bulaşık yıkar gibi yıkadı. Ertesi gün
tam bu saatte yine bu odada buluşacaktık, az önce elinde duran dantelli ve
kırmızı elbiseyi giyecektim ve dinlerken utandığım, sıraladığı her şeyi yapacaktık.
Hem ‘ona göre’ bu mükemmel bir yılbaşı gecesi olmayacak mıydı?
Tüm engellerime rağmen duyduğum
şeylerin zihnimde oluşturduğu sahnelerin kaçırdığı uykum, sabah gözaltlarıma
yansıdı. Deniz dalgası halinde yerleşen mor halkalar, düşen omuzlarım, bir
balığın ağzından dökülür gibi akıp giden korku damlalarım; sabah olur olmaz
ziyaretine gittiğim Kısmet teyzeye tüm geceyi anlattı. Kaderlerimize yağan
dualarımız beddualarımıza, beddualarımız ise birbirine karıştı. Tanrı
tarafından hemen kabul edilen dualarımız, aklımızda gerçekleştirilmeye mecbur
kalınan kaçışı düşürdü.
Çok uzun zamandır hazırlığı süren ve
gelirinin en fazla olduğu yılbaşı dilenişinde Ali’nin gözlerini üzerimizden
ayırmayacağını biliyorduk. Bunun tek çaresi son nefesini vermeye hazırlanan
annesinin sayıkladığı evlat isteği olabilirdi. Tüm doktorları bu oyuna dahil
edeceğine defalarca yemin ederek göğsünde sakladığı 1000 TL’yi avuçlarıma
sıkıştırdı. “Kefen param.” demişti. “Bari onu oğlum alsın, belki alır. Sen azla
yetinmeyi bilirsin Nevreste, bu para seni idare eder.”
Yılbaşı ışıklarının geceyi gündüze
çevirdiği sokaklarda diğer çocukların gözlerinden kaçmak ise bana kalmıştı.
Erkek olanların hepsi Ali’ye ölümüne bağlıydı; hepsi de geleceğin Ali’siydi.
Gece boyu, bildiğim tüm duaları söyledim içimden. Kalabalığa karışmak, onlar
gibi olmayacağımı bildiğim halde onlara benzemek, onların mutluluklarını ve
telaşlarını yaşamak istiyordum. Bunun tek çaresi karşımda duran, güçleri
boylarından büyük olan, bir yanlışımda beni öldüresiye dövecek olan evin
erkeklerinin aynı ana denk gelen dalgınlıkları olabilirdi. Bunu sağlayan şeyin
ise sokağa giren, mankenlere taş çıkartan, bir bakanı bir daha baktıran, adam
olanı bile yoldan çıkaran ablanın olacağını asla tahmin edemezdim.
Diğer dilenci çocukların
dalgınlığından yararlanıp soluksuz kalana, ciğerlerimi ağzımda hissedene kadar
koştum. Kurtulmuştum artık; hiçbir penceresi güneşe çıkmayan, duvarlarının
Kısmet teyzenin yaşlarıyla yıkanıp temizlendiği o köhne evden. O da kurtulacak
yakında biliyorum. Doğumu başarıyla gerçekleştiren bacak arasını vura vura
ölecek. Ali ise gece herkes eve gelince beni göremeyecek, dünya ona zindan
olacak. Uçkurunu doyurmayı sabırsızlıkla beklediği gece başına yıkılacak.
Uydurma evlilik töreni için aldığı geceliği, sattığı bir kızın yanında hediye
edecek.
Kalabalığa teslim ettim kendimi,
dönenip duran müzikli ışıklara verdim yüzümü. Kahkahalarımla süsledim
insanların eğlencelerini. Günlerdir üşüyen ayaklarım sanki yaz günündeymiş gibi
sıcacık oldu, alev alev yandı içim. Kış kuşları kadar özgürdüm artık! Onlar
gibi kanatlarım yoktu; ama mutluydum!
Benim adım Nevreste, soyadım yok,
yaşım 14. Tüm hayatım cebimdeki para, gerisi sokaklarda bana saldırmayan
adamlara kalmış. Nevreste’ler her yerde, kurtulanı yok.
Elif KÜLAH
*Bambu Dergisi'nin 6. sayısında yayımlanmıştır.