DİKENLER
ORMANI
Kardeşim Emre'ye...
Sesini her an
duyabilmek için sadece bir perdeyle onun odasından ayırdığım odama dolan sabah
güneşiyle uyanıyorum bir süredir. Başımıza gelen can sıkıcı olaydan sonra bu
ilk yazımız ve denize giremediği, bin bir emekle para biriktirip aldığı
bisikletiyle gezemediği güneşli günlerin onun için hiçbir şey ifade
etmeyeceğini biliyorum. O şimdi hareket etmeyen bedeninin içinde yaşayan sessiz
bir ruh taşıyor.
Bu günden tam 5 ay
önceydi. Şehre iyice bastıran sonbahar, birkaç gündür yağmurunu doya doya
toprağa bırakıyordu. Sokak lambasının ışığı su damlalarıyla birlikte kırılıyor,
gözüme yanıltıcı ve yorucu ışık oyunları yapıyordu. İş yerimde aldığım terfiyi
kutlamak için gittiğim yemekten dönüşüm sırasında çalan telefonumu, kimin
aradığına bakmadan ve gözlerimi sileceklerin arkasından görebildiğim bulanık
yoldan ayırmadan cevapladım. Arayan kişi telefonun sahibinin büyük bir kaza
geçirdiğini, kimliğini öğrenmek için vakit harcamadan ambulansı ve polisi,
sonra da son aranan numaralardan beni aradığından bahsetti. Kazayı yapanın
yakın çevremden olduğunu anladığım ama kim olduğunu öğrenemediğim kişinin
yerinin bulunduğum yere yakın olduğunu öğrenince bulanık yol çizgilerine,
titreyen ellerime ve sancısı beliren kalbime inat arabamı hızlandırdım. Kazanın
meydana geldiği yer dört küçük sokağın birleştiği pis bir parktı. Kapıların
önüne bırakılan çöp kutuları hareketimi yavaşlatıyor, hatta çizilen kaportamın
sesleri kulağıma geliyordu ancak şu an umursadığım şey birinin belki de toprağa
bahşedilmeye hazırlanan bedeniydi.
Parka yaklaştığımda
polis arabalarının benden önce gelmiş olduğunu gördüm. Yerde yatan kişiye
koşarken bu daracık sokaklarda, üstelik kavşağa çıkarken nasıl hızlı
gidebildiğini düşündüm. Bu arada beni arayan adam olduğunu düşündüğüm adam
çoktan yanıma gelmiş ve evdeki herkes uyurken çöp atmaya çıktığını, tekerlek
sesleriyle arkasına döndüğünü, arabanın hızla parka girdiğini ve yerde yatan
kişinin de camdan fırlayıp boynunu başka bir çöp kutusuna çarptığını anlattı.
Onun deyişine göre araba resmen dar sokaktan parka fırlamıştı. Arabaya bakınca
kalbime bir sancı girse de içimdeki ses beynimi inkar etmeyi seçti. Arabanın
plakasını da boyasını da yanlış gördüğümü içimden sayıklayıp durdum.
Onu yerde gördüğümde
polisler bu dar sokaklardan ambulansın girmesinin pek mümkün olmayacağını
tartışıp duruyorlardı. Onların bu dalgınlığından yararlanıp ona yaklaştım. Ne
bağırıyordu, ne ağlıyordu acısından. Başı vücudunun yanına düşmüştü, yanağına
yatıyordu. Başta ne olduğunu anlayamamış ve onu kaldırmak istemiştim ama daha fazla
yaklaşınca sırtının en yukarısının ve boynunun en altının birleşme yerinde
yaklaşık 5 cm uzunluğunda, avucum kadar parçalanmış et ve 1-2 disk omur gördüm.
Parçalanan ve delinen sırtından oluk oluk kan akıyordu. Ona hissettiğim acıma
duygusuyla, ağrıyı hissetmemesi için uyumasını istedim. Zaten o da uyumak
üzereydi. Birkaç saniye içinde kendime geldim ve onu uyutmamak için fazla
zorlanmasın diye ıslak ve kanlı asfalta uzandım. Gözlerini gözlerimi dikmişti.
Sağ elimle yanağına
dokundum ve yattığı yerden gelen soğuğu biraz olsun unutsun, acısı aklından
çıksın diye yıllardır içimde biriktirmiş olduğum tüm sözleri gözlerimle döktüm.
“Nasıl bir hayat
umduğunu tahmin edebiliyorum. Biz daha doğarken aynı hüzne düştük. Seni
buluyorum tüm mutsuz yollarımın sonunda ben. Biz seninle sır saklamayı da
mutsuzken başkalarına gülümsemeyi de çoktan öğrendik. Herkesin inkar ettiği ve
dolu tarafından baktırmaya çalıştıkları bu hayatın yok edici etkisi var, var
oldu. O bardağın hepsi boştu, kırıktı; kırdılar (onu).”
Beni dinlemek
istediğini ve bu sözlerimden yaralandığını gözlerinden anlıyordum. Birden
bakışının nasıl da hiçbir şey anlatmadığı babasına, babama benzediğini
düşünüyorum. Üzerime yönelmiş ilgisinin hakkını vermek için konuşmaya devam
ediyorum.
“Zihnimde sana dair
mutlu anılar da var, var elbette. Eski evimizi anımsıyorum mesela. Yeşil bir
bisiklerimiz vardı seninle. Havanın güzel olduğu günlerde bisikletimizin siyah
suluğuna su koyar, çekmeceden aldığın bir örtüye bisküvileri koyar ve
balkonumuzun görüş sınırları içerisindeki yerlere pikniğe götürürdün beni. Bu
kararı tek başına vermiş olmanın, bütün hazırlığı yalnız yapmış olmanın
hazzıyla örtüyü yere açar ve omuzlarını biraz daha dikleştirip örtümüze
yerleşirdin. Hep ezilmeye alışık yüzün biraz olsun gülerdi.
Bir de şu mutfak
olayını unutmuyorum. Can sıkıcı, iç ezici bir açıklamadan sonra gelen o ağır
cümleye verdiğin tepki ağlatmıştı beni en çok. ‘Boşanmak ne demek anne?’ diye
sormuştun. Senden yalnızca bir buçuk yaş büyüktüm ama ağlayarak ellerine
tutunmuştum. Biz o gün büyüdük. O gün yitip gitti mutluluk.”
Şimdi birkaç dakikada
yazmayı başarabildiğim bu cümleleri, düğümlenen boğazımdan nasıl zorlukla
çıkarabildiğimi anlatmam mümkün değil... Uzun bir sürenin ardından ambulans mı
bize gelmişti, biz mi ambulansa gitmiştik hatırlayamıyorum. O kadar acıyordu ki
kalbim, sanki şarkısı yaralanan bendim.
Uzun hastane
günlerinden sonra gölgesine geri döndü. Biraz hastalıklıydı ama yine de
kurtulmuştu. Vücudunun birçok uzvu, hatta hepsi hareket yeteneğini kaybetmişti.
Onun dış dünyayla tek kapısı benim. Suyu, yemeği, duymak istediği; kısacası her
şeyiyim. Geçirdiğimiz kötü çocukluğun üzerimizde bıraktığı ve sadece
birbirimize karşı beslediğimiz uzak kalma, tek söz paylaşmama hissi o gün son
bulmuştu. Hatta sevgimizi tekrar kazanmamız için başımıza böyle bir şeyin
gelmesi gerektiğini düşündüğümü inkar edemem. Tek ihtiyacımın onun sevgisi
olduğunu, o gün gözlerinden öğrendim. Aldığım terfi o gün lanetlenmişti ve ben
o gün işi terk etmiştim. Küçüklüğümüzdeki gibi yeniden beraber paylaştığımız
odamızı onun sevdiği renklere göre düzenledim. Araba koleksiyonunu bir tarafa,
şişe koleksiyonunu diğer tarafa koydum. Yatağının bulunduğu duvara ise hastane
günlerinde yazdığım şu satırları astım:
“Yine
korktum dışarıyı gördüğümde, dikenler ormanından
Ve dua ettim karanlığını bizden çekmesi için.
Bilincindeyim büyüsünü bizden çekmeyeceğinin.”
Ve dua ettim karanlığını bizden çekmesi için.
Bilincindeyim büyüsünü bizden çekmeyeceğinin.”
Şarkı önerisi:
Ajda Pekkan-Ağlama anne
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder