4 Mart 2018 Pazar



"Beni hoyrat bir makasla eski bir fotoğraftan oydular,
orada kaldı yanağımın yarısı,
kendini boşlukla tamamlar,
omuzumda bir kesik el ki hala durmadan kanar."*

Gökteki yağmur dolu bulutlara aldırmadan gittiğim iskelenin ucunda neredeyse ömrümün en önemli kararını alıyormuşum gibi hissediyorum. Ellerim buz, ayaklarım buz ve inan zihnimden başka hiçbir şey geçmiyor. Elimde büyüsünü hiç anlayamadığım bir fotoğrafla rüzgara direniyorum, onu rüzgara bırakmamaya direniyorum ve en çok da kendimi bırakmamaya direniyorum. Ben bu iskeleye kaç kez koştum, bilir misin sana kaç kez geldim.

Seninle çiçekçiler çarşısındaki ilk ölümde deniz kenarına gidip çekindiğimiz, hep dediğim gibi mutlu ilk ve son ve tek fotoğrafımız ve biliyor musun ilk günler o fotoğrafa bakmak için okulumdan, misafirlikten, alışverişten, cenazelerden ve hatta uykumdan bile nasıl koşarak gelip sana sarılır gibi o fotoğrafa ne kadar çok sarılmıştım. Çok geçmeden öğrenmek mümkün oldu elbet, hep silinen ve değişen yüzün. Ezberlediğim 3. şiirdeki "sen değiştin, resimlerin iç değişmedi"nin aksine senden daha çok yitip giden, senden hızlı değişen ve solup giden fotoğrafın. Bu büyüyü algılamak işte böyle başladı. Ben baktıkça daha çok siliniyordu yüzün. Aklıma düştüğünde ise bana kalan ikilemler oluyordu, bakıp hasret gidermek yalnız seni kaybetmek ile zihnimdekiyle yetinmek arası. Defalarca kopyalamaya çalıştım fotoğrafı. Hepsi orijinalinden daha çabuk eskiyor ve orijinalinden de çalıp gidiyordu üstelik. Gülüşün kırılıyordu sanki her kopyada. En sonunda pes etmiştim, sonunda bana kalan kendi fotoğrafımızı kendi zihnimde çekmek olmuştu. Yalnız yine de erik mevsimi sonrası özlemeye dayanamadığım zamanlarda yalnızca bir kez bakmaya cesaret etsem de inan ki sonunda fotoğrafta bir kaç noktan kaldı. 1 bakımlık, son halin. Tam 7 yıl sonra geriye kalan senden bu. 

Çiçekçiler çarşısından tam 7 yıl geçti. Şimdi elimde önce Bursa'dan aldığım ipek kumaşa, Ödemiş'ten aldığım ketene, ışık geçirmesin diye sardığım karbon kağıdına ve en son kese kağıdına sardığım fotoğrafınla savaşıyorum. Bakmak isteyip bir daha şansımın olmayacağını bile bile. Her seferinde biraz zaman tanıyıp kendime geri dönüyorum, yeşil bahçeye. Yemyeşil. Baharın değmediği, düpedüz burada doğduğu bahçe. Yeşilce bir dünya. Sen onu da bilir misin?

İskeleden dönüp içinde bana hep hasret duyduğum ülkeyi andıran ahşap eve gidiyorum. Duvarlarında başkalarının ama silinmeyen fotoğrafların asılı olduğu ev. Hepsine bakıyorum. Geri dönüp tekrar. Hiçbiri senin fotoğrafın gibi eskiyip yitmiyor. Hiçbirinden mutlu yüzler silinmiyor. Ben de tutup her seferinde fotoğraflardakileri biz sayıyorum. Şu koltukta oturan sensin, yanı başındaki ben. Ne kadar uzun bakarsam bakayım, gülüşün kırılmıyor, alıp duvardan sarılsam koltuktan kalkmıyorsun, güneş değdiğinde gülüşüne rahatsız olmuyorsun, seni kokluyorum ve sen kaçmıyorsun. Hayalde bile olsa nasıl bir nimet, bunu da bilmiyorsun.

Bana yalnız hatıraları hatırlatan bu yapıda kendime bir çay söylüyorum. Mangolu ve sütlü yasemin çayı. Kadın bunu söylememe gerek yokmuş gibi gülümsüyor her seferinde. Masaya oturuyorum her zaman aynı yer değil, güneşin durumuna göre. Bana o çok özlediğim ülkeyi hatırlayan bu yerde, kalbimin sızısı artıyor. (bir kere burada tam 4 gün kaldığımı hatırlıyorum. inanır mısın 4 gün sonra bile beni hiç özlememişti. 4 günün sonunda bile iyi geceler dememişti) Zemini su yeşili olan, üzerinde kırmızı ve koyu biber yeşilli seramik çaydanlıkla gelen mangolu yasemin çayı, ki bazen yaşam çayı diyorum. Damağımda bıraktığı özlediğim kadifelik bile silinen fotoğrafının sızısını unutturmaya yetmiyor. 
Her yudumda içimde verdiğim sınavın yorgunluğu biraz daha çıkıyor. Az önceki telaşımdan sıyrılıp daha mantıklı düşünmeye fırsat bulabiliyorum: Biliyor musun, umudum yok kavuşmaya dair ve sanıyorum ki Siyah Merdivenlerimin de yok. 

*Metin Altıok-Kavaklar
Önerilen Şarkı: Sezen Aksu-Kavaklar
Önerilen 2. şarkı: Sezen Aksu-Hasret




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder