17 Ocak 2021 Pazar


"Anlatamadığım bir şey yüzünden kimseyi suçlayamam. İçimdeki düzenle ilgiliydi huzursuzluğum. Dışımdaki düzenle ilgisi yok."*

Eve çok hızlı gelmiştik. Koştura koştura, çünkü hava kararmıştı. Pazara çok geç kalmış olmamız, bulunmaz bir ipi aramaya karar vermiş olmamız, bizi biraz koşturtmuştu. 

Annem, bu koşuda gençlik halindeydi, halamlar da öyle. Cumartesi pazarının yeri ise eski yerinde değildi. Bu yüzden pazara giderken minik şelaleli parktan geçmedik. Hem ben üç kadının aksine şimdiki halimdeydim ve minik şelalenin arkasına geçip parkı izlemeyecek, akan suyun görünmeyen su zerreleriyle ıslanmayacaktım.

Yeni cumartesi pazarı,  upuzun dapdar bir sokaktaydı. Pazarın meyve-sebze bölümü sokağın sonunda doğru bitiyordu, hem bizim eskiden beri burayla pek işimiz olmazdı. Bu bölüm, babaannemle babamın işiydi. Bizi daha çok şimdi sokağın en sonunda, tek boyutlu bir tarak gibi 7-8 mini sokağa ayrılmış sosyete pazarı ilgilendiriyordu. Girişte ve tarağın tam ortasına denk gelen sokakta gümüşçüler vardı. Bu gelişimde, yıllar önce ATO'dan aldığım, çok sevdiğim ama hiç takamadığım mini yeşil küpelerimi gördüm. Tam şaşkınlıkla ellerimi uzatacaktım ki geç kaldığımız için çekiştirilerek uzaklaştırıldım. Hemen yan sokakta kadın kıyafetlerinin olduğu bölüm, biraz kafamı karıştırdı çünkü uzun zaman önce en yakın arkadaşımla ikimizde de aynısı olsun diye aldığımız bluzu gördüm. Pastel tonlarda çiçekli dantelden olan kumaşını çok severdim. Birkaç yıl sonra bu tül bluzu da çamaşır suyuna koyup sırf değişiklik olsun diye rengini açmak istedim. Ancak bluzun dokusu değişti ve 2 beden genişledi. Bu yüzden tezgahta görünce onu elime aldım ve yeniden satın alabileceğimi düşündüm. Ama arkadaşım artık burada değildi ve elimdekinin bir anlamı yoktu.

Annemin ve halalarımın seslenişiyle tarağa devam ettim. Hava kararmak üzereydi. Sakarya caddesindeki balıkçıların önündeki gibi bir ışık, hava, ıslaklık vardı. Bunu düşünen tek ben miyim? İzmir'de bu havanın tadını çıkarmaya çalışırken tarağın tam ortasındaki gümüşçülere geri dönüp, öbür tarafa geçip sabahtan beri aradığımız, hiçbir yerde bulamadığımız ipi aramak adına ipçilerin sokağına giriyoruz. Sonunda krem renkli, pamuklu, tok ipi hızlıca kapıp pazardan çıkıyoruz. Ben bunca saattir çok özel dükkanlara bile sorup bulamadığımız ipi bir böyle bir yerde bulmuş olmamıza şaşırıyorum. Demek böyle bir şey diyorum. 

Eve dönerken alışkanlıkla yolumuzu minik şelaleli parka bağlıyoruz. Buraya gelmeyeli  çok uzun zaman olmuş diye düşünüyorum. Öyle ki eskiden gözüme kocaman gözüken parkın o kadar da büyük olmadığını fark ediyorum. Annem ve halamlar parkın girişinin solunda yer alan çay bahçesinde bir beyaz masaya oturup çay söylüyorlar. Ben de minik şelaleye bakarken eski bir öykümü hatırlıyorum. Kıyıdan çok ama çok uzak bir konumda, güzel mi güzel bir denizin ortasında yer alan bir kayalık, üzerinde bazen biten birkaç parça ot, bazen dinlenen birkaç kuş, es kaza konuveren börtü böcek, çok nadir de olsa üzerinden geçen küçük balıklar, bazen sis zerreleriyle yaşıyor. Deniz kendi hayatını yaşarken dalgasıyla, tuzuyla, rüzgarıyla kayayı aşındırıp, bazen küçük küçük parçalayıp, üzerindeki kuşu, arıyı, böceği kaçırıp tuzuyla da kayacığı yakıyor. Kaya, özellikle yaz aylarında denizin suyuyla serinlemekten hoşlansa da dalgalarla boğuşmaktan, tuzdan, kuşu, böceği düşünmekten yoruluyor. Denize ne söylesin; bazen "deniz ne yapsın, yapısı bu" diye düşünse de parçalana parçalana yok oluyor.

Sonra öykü çok romantik geliyor. Artık böyle biri değilim diye düşünüyorum. Bu sırada çaylar bitiyor, eve doğru yol alıyoruz. Dönüş yolunda Dündar Amca'nın bakkalının olduğu ana cadde 4 sokağa ayrılıyor. Hepimiz kendi sokaklarımıza gidiyoruz. İp kimde kalıyor, bilmiyorum.

Ben, eski bir apartmanın en üst katında oturuyorum. Evimiz küçük. Akşam sözleştiğimiz gibi, arkadaşlar bize gelmiş. Öyle ayrımız gayrımız yok, Arslan ben yokken onları karşılıyor. Ben eve girdiğimde kimi küçük balkonumda sigara içiyor, dikkat etseler de rüzgar kokuyu koridora getirmiş, ellerimi yıkarken bile kokuyu duyuyorum. Salonun kapısından hoşgeldinizler, hoşbulduklar, aman rahatsız olmayınlar. Herkes kot pantolon giymiş. Arslan'ın üzerinde krem rengi bir tişört. Beni görünce sanki gözleri parlıyor. Bunu görmem uzun zaman almış. Çünkü böyledir. Bu odadakilerin kimi evlidir, eşlerinin huyları, suları vardır. Ama sanki Arslan yoktur, kot pantolonu pantolon değildir, tişörtü tişört değildir. Bunu fark etmem uzun zaman aldı. Hayır, o vardır. Kot pantolonu kot pantolondur ve tişörtü tişörttür. Onun gülen gözlerine öpücük atıp mutfağa gidiyorum. Arkamdan güldüğünü biliyorum. 

Salonda oturanlardan birkaçı yanıma geliyor. Yardım edecekler. Onlar yemeklerin altını yakarken ben balkon kapısının hemen dibindeki vitrinden tabak çıkarıyorum. Bunun için kapıyı kapatmam gerekiyor. Tabakları ve örtüyü masaya koyup yan odadan gelen minik seslere yöneliyorum. Oğlum uyanmış, ensesi terlemiş. Arslan da peşimden geliyor. İkimize sarılıyor. Bu hep böyle. Hava çok sıcak. Sigara kokusu buraya gelmemiş. Oğlum içerideki sesleri duyunca dikkat kesiliyor. Parmağıyla kapıyı gösteriyor. Bunu yapabildiğini içeridekiler biliyor mu?

Demir odadan çıkınca herkesi bir gülme sarıyor. Oğlum, böyle, her bebek böyle, onun olduğu her yer neşeleniyor. Mutfaktakiler ellerini silip salona geliyor. Ben oğlumu bırakıp mutfağa geri gidiyorum. Oğlum benim hassas noktam, o benim parçam. Bir ömür. Bunu bilmek başta bana ağır gelse de bunu daha iyi anlıyorum. Onun yok sayıldığı bir dünyaya tahammülüm yok. 

Yemekler ısınınca masaya oturuyoruz. Gülüşlerle yemekler yeniyor. Çaylar içiliyor. Bunlar sahte mi? Sanmam. Dönemin getirdiği bir yoğunluk. Bunu herkes yaşıyor, herkesin tattığı bir dönem. Koşturmaca. Arslan ve ben. Oğlum. 

Saat geç olsa da kimse kalkmak istemiyor. Hava sıcak. Tekrar çay demliyoruz, mısır patlatıyoruz. Ben oğlumu uyutup hemen yan odadaki beşiğine koyuyorum. Kot pantolonların izin verdiğince daha rahat oturuyoruz. Sanki misafirlik şimdi bitmiş gibi. Dinginim, buyum. Çünkü bu böyledir. 


*Oğuz Atay-Tutunamayanlar
Şarkı önerisi: Ezginin günlüğü-Dut ağacı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder