2 Haziran 2021 Çarşamba

 

"Peki ama; herkesin, şimdi beni budala olarak gördüğünün farkındaysam nasıl bir budala olabilirim?"*


Bu hatırladığım, şu kadarlık ömrümde defalarca yürüdüğüm, koştuğum, indiğim, çıktığım, düştüğüm yokuştan aşağıya iniyorum. Bu, hızlı bir iniş. bir film şeridi geçer gibi. Evlerin önünde yavaşlıyorum. Hatıralarımın önünde yavaşlıyorum. Bu güzel bir hayat, ne güzel bir hayat, bu mu? Olsun, böyle olsun.

İlk ev, doğduğum ev benim; annem, babam, kardeşim ve ben, biz olduğumuz, şimdi hatırladığımda aile olduğumuzu burnuma kadar hissettiğim o ev. Burada ilk defa bir deprem görmüştüm. 2. deprem, bir kış günüydü, gerçek bir deprem miydi? Kardeşimle aynı odamız, bisikletimiz, başka kimseler yokken yalnız biz ve başbaşa büyüyüşümüz. Aslında beraber büyüyen 4 kişiydik bu evde. Kendi içine dönüp duran ip yumağı gibi. Güçlü bir bağ. Derine indikleri zaman sorunsuz çocukluklarıyla dil uzatanların, ama hayır bu haddi kendinde bulanların bana bir darbeyle aslında ders verdikleri, benim dönüp sarıldığım, içime soktuğum, kalbimin en güzel köşesinde gizlediğim ve artık hiçbir zaman, asla hiç bir kimseye açmayacağımı ders edindiğim bir kutu benim çocukluğum ve bu ev. 

İkinci evim, küçük pencereli, benim yıllarca nefretle ve kalbim ağrıyarak hatırladığım ama büyüdükçe anladığım, çok sevdiğim, kendime dönüp kalbimde sakladığım bu ev. İçinde ilk anılarım, önünde erik ve akasya, yanında dut ağacı var; buradan, şimdi baktığımda da kalbindeki o balkon çıkıntısında tanıdıkları görmek için tünediğim o siyahlık. Şimdi yalnız rüyalarımda görüyorum. O sarı kareli çekyat, arka odadaki küçük televizyon, bir pasta, mumlar, uzun ve yere dökülmüş saçlarım, yanlış arayan bir numara, görünmeyen bir numara, bir pazar sabahı perdeden sızan bir şarkı, arasında çiçekler kuruttuğum defterler, konuşmayan telefonlar, koştuğum kapılar, yanmayan apartman lambası, serin yaz sabahları, kalabalık odalar, kalbimde inanılmaz heyecanlarla daldığım uykular, şimdi düşündüğümde ne çok korkuları göğüsleyip indiğim bodrum katı. Bu evim, defalarca önünden geçtiğim, yolun hep sağ tarafında ve yıllarca yollarımın, otobüslerimin, taksilerimin, bisikletlerimin bile inadına önünden geçtiği anı dolu o büyülü ev. 

Üçüncü evim, önceki evin o yaslı kokusundan kaçtığım ama ne kaçtığım ev. Gözlerim kararmış, duvarları bambaşka, benim duvarlarım bambaşka. Balkonunda ne çiçek, bahçesinde ne ağaç. Sırf uzun ama çok uzun kaldım diye hala hatırlıyorum bu evi. Üzerinde çok düşündüm, başka bir açıklamam yok. Çok kişiyle paylaştım o evi, ben istemedim, onlar istedi. Sonra ev bölündü, burası senin, burası benim; ben güzelimler; burası onun, burası başka birinin, tamam burası da senin. Böyle bakınca acıtıyor mu? Acıtmıştı da. Buna direnmek, direnmem, aşmam bence asla göz ardı edilemez, tapılası bir çaba. Derken kaçtım evden. Onlar aldı, ben çıktım. Şimdi ne yıllar, ne kalanlar, ne gidenler, hiçbirinin önemi yok. İşte burada anladım, sarı çekyatlı evin ne güzel ev olduğunu.

Dördüncü evim. Kendimi bildiğim, bir ölüyü 4 yıl taşıdığım; uzun, ağır, kablolar bağlı tüplerin koridorlarda oradan oraya taşındığı, sidik kokulu, bazen bağırmaların kapıları aştığı o ev. 4 yıl. O ilk evdeki yumağın, iğnelenmiş bir keçe gibi daha çok iç içe girdiğini çok sonradan anladım. Bu evde en çok bir karanlığı hatırlıyorum, içerideki odada ölü gibi yatan 3 kişiden 1'inin yalancı olduğunu, hepsinin oyun olduğunu düşündüğüm ve gelip şimdi beni kesip parçalayacağını sandığım bir gece. Bunları yazarken odanın kokusu burnumda. Tam 3 ölü. Sonra 2.nin de yalancı olduğunu düşündüğüm, yatağımdan bakınca bir yumru gibi yatağında sallanan o adam, ölmedi. 3. kucağımda öldü. Ben tüm ölüleri ve kalan dirileri bırakıp beşinci ve son evime gittim. Giderken yaşayan kalbimin yarısını orada bıraktım. Bunu ve olanları kim inkar edebilir? Bu evden çıktığım ve gittiğim bazı uzun koridorlar, başka insanların kavgaları, leş ağızları. O koridorlar hala bu eve çıkıyor. Bunu kim inkar edebilir? Nasıl unutabilirsiniz bunu?

Beşinci evim, tüm evlerin yorgunluğunu sırtımda taşıdığım, kitaplarımın açılmamak üzere kapandığı, defterlerimin kaybolduğu, filmlerin silindiği, şarkıların bittiği, konuşmayı unuttuğum, kulaklarımın sağır olmasını istediğim o ev. Sabahlara kadar "bu evde ne işim var" diye içimi yediğim ama asla kaçamağım, uzun süre aşamadığım bazı sesler; bu sesler dışarı sızdı. Ben de sustum. Bu evin içinde 4 kere taşındım. Son taşındığımda aralarda saklananlar, sevdiğim şeyler ortaya çıktı. Yeniden ben oldum, sonra yarım yanım tam oldu. Onu anladım, ona tutundum, şimdi onun da beni anlamasını bekliyorum.  Bu evde anne oldum. Mavi gözlü bir bebeğim oldu. Anneliğim ve benliğim arasında çok bocaladım, sesim yeniden gitti. Bütün bu içimde dönüp duran şeyler benim mutsuz ve hasta olduğum anlamına gelir mi? Güldüğüm, yalnız onunla güldüğüm, tüm yorgunluklarımı onunla unuttuğum için, gelmez. Bu tanımların üzerini çizdim. Sonra eski evleri sildim. Bu, haksızlık olmaz mı? Bu yokuştan bu yüzden iniyorum, bir daha düşmemek üzere. İşte bu evde iğnelenmiş keçe yumağı ucundan bir yavru verdi, ben o yumaktan yeni bir yumak oluşturdum. Yüzümü bu eve döndüm. Çünkü bu evde ne yediğim yemek sorun, ne kot pantolonum, ne ince sesim, ne yanlış kesilmiş saçlarım, ne giydiğim bir gömlek, ne hala düzelmemiş karnım, ne havlularım, ne sığındığım köşeler, ne yatağım, ne sevdiğim şarkılar. Ben, ben olduğum için ev bu ev.



*Budala-Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Önerilen şarkı: Barış Diri-Derinden

Barış Diri-Yine Gönlüm Karardı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder