7 Mayıs 2019 Salı



  "Göze mi geldim,
Sen mi unuttun,
Gelmiyorsun."


 İşe yarar bir şey. Sessizlik. Ses nedir ki, duyan yoksa ve anlayan. Geri çarpıp gelmiyorsa. Sessizlik, işe yarıyor. Kendine kalıyor. Tüm harfler ve boşa sarf edilmemiş nefes. 

Sessizliği içiyorum.  Sessizlik olup nefesimle boşluğa atlıyorum. Ellerini tutmak istiyorum. Bunun yerine susuyorum. Bu seni son görüşüm. Kolların yaralanmış, sinek ısırığı diyorsun, hep beni ısırıyorlar, kabarıyorum. Yaralarına dokunuyorum. Yaraların kalbime yerleşiyor. Artık hep orada kalacaklar, biliyorum. Ben ellerini tutmak istiyorum, bir şarkı dinlemek, bir şarkı tutmak seninle. Yıllar sonra bir yerlerde duyduğumuzda o anları hatırlayalım istiyorum. Sanki başka türlü kalmayacakmışız gibi birbirimize. Sen radyoyu açmıyorsun. Hızla yediğin yolda, pencerelerden rüzgar giriyor. Yeşilin yeni kokusu, bazen akasya ve hatta iğde ile dut. Şarkı yerine koku tutmuşum gibi. Şimdi olsa, hatırlar mısın? Tüm o kokular sana geldiğinde, o rüzgarlı güne yaklaşır mısın?

Hatırlar mısın, kaç yıl önce, bir film izlemiştim, biter bitmez sana koşmuştum. Ağlamıştım, boyun uzundu, "ya ölüm girerse" demiştim, "nasıl ve niye göze alamıyorum o kadınlar gibi yalnız bedenine sahip olabilmeyi, neden yanlız benimle olmanla yetinmeyip bize bunca zamanı boşa harcatıyorum. Biraz yüreklendirsen, gel demekten fazlasını yapabilsen", yapabilseydin. Sana tutunabilseydim. Uzun uzun konuşmuştun benimle, "hayatta olabilirdi böyle şeyler." Yine duygusal davranmıştım, yine abartmıştım, hep abartıyordum zaten. Sana bir gelseydim, ah bir gelseydim, beni bir bilseydin her şey ne güzel olurdu. Her şey güzel olurdu ama her şey neydi, hiçbir şeydi. Bir şeyler vadedemiyordun, söz veremiyordun. Bir gelecek yoktu. Bunu ben de biliyordum.

Bugün biz de bir film gibiyiz. Geldiğimiz noktada. Ben bir cümlede sana ait bir çok hissi, bir polen boyutunda, tadında, kokusunda tanımlayabiliyorum, sana anlatmaya çalışıyorum. Sen bunları dinliyor musun? Gel diyorsun, gel gidelim, kaçalım. Her şey ne güzel olur. Neler güzel olur? Bedenlerden başka neler, hiçbir şey.

Ev yolu azaldıkça rüzgar yavaşlıyor, sen yavaşlıyorsun. Evimin yolunu bilmen ama bir daha gelmeyecek olman da hoşuma gidiyor, kollarına bakıyorum. Asıl şimdi günü saatlerden, tümünden akrebi yelkovanı kurtarmak isteyen sensin. Bunu neden itiraf etmiyorsun? Ellerini tutayım istiyorsun, ellerini alıp bacaklarıma götüreyim istiyorsun, vedalaşmadan önce bir kez öpeyim istiyorsun, vedalaşma olmayan bir öpücük, sonra yine ellerini tutayım istiyorsun, gel demek istiyorsun, her şey güzel olacak. Hiçbir şey. 

Sessizlik içimde bitiyor. Araba duruyor. Pencerede rüzgar sönüyor. Gitme diyorsun. Gel, güzel olurdu. Ben, veda için, seni öpüyorum. Öpüşüm veda kokuyor. Sana bütün bunları söylesem, çok abartıyorsun diyeceksin. İşte bu yüzden, bu son oluyor . Seni bir daha görmeyeceğimden eminim.

Bir filme daha denk geliyorum. Bir kadın ve yok kadar zayıf  bir erkek. Aradan 30 yıl geçmesine rağmen, karşılaşıyor. Bir otobüs molası, bir sokak, bir hastane, bir okul. Hepsi her an bir ihtimal. Hava belli ki soğuk, rüzgar yok, erkek, kadına bir mektup veriyor. Elinde son doktor raporu. Erkek sanki bir ömür boyunca, belki karşılaşırız diyerek cebinde saklamış. Hani film koksa, ölüm kokacak. Konuşmuyorlar. 30 yıl hiçbir şey kaybetmemiş. Konuşmadan anlaşıyorlar. Yıllar hiç girmemiş gibi. Ancak ölüm, vedadan kötü. Bir film yerine bir rüya da olabilir.

Ben de, bugün olsun, bugün kalkıp sana gelmek istiyorum. Umurumda değil, sen ve kadınların. Hiçbir şeyi düşünmeden sana koşuyorum. Yaralı kolların, geçmemiş. Yaralarına da dokunuyorum. Arabaya binip sıcak koltuktan eğilip müzik açıyorum. Neden hiç şarkımız olmamış?



"Öyle karanlık gece ki ruhum,

Olmuyor sabah."

Önerilen Film: Andrei Tarkovsky-Nostalghia




2 Nisan 2019 Salı

"Rüyada yaşamaktan güzel ne var ki?
Dilediğin insanları da yanına alırsın."
Oğuz Atay-Tutunamayanlar


Huzur bulduğum, o ağaçlı yolda; terk edilmiş bu evlerin arasında tekrar yürüyordum. Aradan kaç yıl geçmişti? Evlerin birazı yıkılmış, ağaçlarımız kurumuş, sokak lambalarımızın çoğu patlamıştı, kimisi de titrek yanıyordu; camlarımız da kırılmıştı. Ben hem ellerim hem kalbim titrerken o yolun sonuna odaklanıp duruyordum. Yanımda daha yeni tanıştığım, o gitar çalan kız; hayretle dinlemişti, ona bütün hikayeyi baştan anlatmıştım. Bütün bir hikaye miydi, bilmiyorum ama hoşuna gitmişti. Benimle gelmek, anlattığım her yeri görmek istemişti.

Aslında bu yola gelmeden, onu kalabalıktan koparıp bir keresinde rüyamda bembeyaz buzdan bir şatoya dönüşen ama sonra odacıkları dolu olan o binanın aslında senin kalbin olduğunu anladığım okulun önünden geçirdim. Okulun biraz ilerisini gösterip "burada mı beklerdin yani?" dedi. Böyle basit bir ayrıntıyı hatırlıyor olmasına bile şaşırmıştım. Sonra sağ taraftaki binalara baktı, anlamıştı ama bir şey demedi. Ona bir gece yarısı gizlice o binaya girdiğimi, kapının önünde otururken hiç tanımadığım kişiler tarafından yapışkanları sökülmüş kapının açıldığını, benim o adamla değil de artık yabancı olduğum içerisiyle başbaşa ve dona kaldığımı anlatmıştım. Bir tek ona anlatmıştım. Ve o öyle sessiz dinlemişti ki, bana sormadan o evi bilebilmişti.

Biraz daha yürüdükten sonra eskiden oturduğumuz bahçeye geldik. Oraya krem rengi masalar konmuştu, yemyeşildi. Sanki kalbimden bir sızı benden ona geçti. "Keşke eskiden de burası böyle güzel olsaydı, daha çok vakit geçirebilirdik belki" dedim. O, sanki seninle kopuşumuzun, bu bahçenin eski hali yüzünden olduğunu düşünmüş gibiydi, üzüldü. Su şişesinden son yudumunu içip şişeyi çöpe attı. Ben çöpü de hatırladım. Bir pasta kartonunu, bu çöp kutularından birine atmıştık. Bu ayrıntıyı ona anlatmadım, söylesem, eminim şaşıracaktı. 

Biz işte o yola yaklaşırken hava kararmıştı. Benim yolum. O canlı bahçeye yakın ama uzak kalmış, bu terk edilmiş evler... Ona ne hissettiğimi söylemedim. Artık kendimi çırılçıplak sunmanın yanlışlığını anladım. Anladım bunu. Ne diyebilirdim ki. Sanki yolun sonuna geldikçe o da heyecanlanmıştı. Belki bütün bunların yalan olabileceğini düşünmüştü. Ona anlattığım bir parça şeyin, o hislerin gerçek olabileceğine inanmamıştı belki. Bu yüzden bir mucizeye ihtiyacım vardı.

Arabaların yıkandığı yeri gördüm, sağda evimin balkonunu, sonra bir karartı, önüne değil de arkasına bakınan, etrafında bir şeyler arayan bir adam. O heyecanlanıp kolumu tuttu, ben oracıkta dona kaldım. Sen, beni gördüğüne şaşırmıştın ama bunu belli etmeyeye çalıştın. O bunu anladı ve üzülmemem için kulağıma fısıldadı. "Bak dediğin gibi, buraya yine gelmiş." Ben bunu zaten hissetmiştim, Mümkün müydü? Sana yüzlerce ışık yılı uzakta olsam dahi... 

Sen sigaranı yaktın, onu heyecandan ateş basmıştı. Bir bahane uydurup kaçmaya çalıştı. Ben  ona ayıp olacak diye bırakmadım ama seninle konuşmak istiyordum. Bu arada gidersin diye ödüm kopuyordu. Sana yürüyüşü teklif ettim. "Neden?" dedin. Yalnızca konuşmak için. Seninle uzun uzun konuşalım. O kadar çok zaman geçti. Başka ne olabilirdi? Başka elime ne geçebilir ki? Senden ne isteyebilirdim, bunca zamandan sonra neyi değiştirebilirdik? Olumlamadın, onu aldığım yere götürmesem yanlış olacaktı, sen sigaranı söndürdün, yine kaçacaktın, cesaret edemezdin, o gitarını sırtlanmıştı, bizi yalnız bırakmak istiyordu ama yolu bulamazdı, ben sana baktım, sen ondan utandın.

Döndüğümde yoktun. Gecenin bir yarısıydı. Bekleyemez miydin? Bir taş buldum, bütün o yollar boyunca, ayağımla vurduğum taş, beni nereye götürürse. Bulamadım seni. Ertesi gün de, öbür gün de. Artık oradan gitme vaktim gelmişti. Yine bilinmeyenlere, tüm o büyüden uzakta. Büyülü evden, senin olduğunu bildiğim ama bir türlü ispatlayamadığım o buz binadan. Kalbim, işte şimdi şarkısı susmuş gibi.

Önerilen Şarkı: The Beatles- Julia

12 Mart 2019 Salı


"Onu derin düşüncelere dalan biri sanmam,
Ne büyük bir yanılgıydı."
Mehmet Eroğlu
Kusma Klübü

"Bir mesajla bitiriyorsun işini, bir adres ve aciliyet ile önem belirten birkaç cümle. Bir istek yok, bir öneri, nasıl gelebileceğime dair bir tavsiye veya danışmak. Orada mıyım, o şehirde miyim o an? Geleceğimden eminsin nasılsa. Her defasında son kez, son kez diye diye geleceğimi biliyorsun. Bu sefer son kez olacağını ne sen bana haber verirken bilebilirdin ne ben okurken. Geleceğim kesindi, geleceğim net.

Adresi verdiğin binaya giriyorum. Tarifindeki gibi, yeşil mermerden mimari olarak soğuk ama havası sıcak bir koridor. Beyaz deriden koltuklar ve birkaç beyaz kahve masası bulunuyor. Duvarın bir kısmı boydan cam. Siyah çerçevelerle koyu yeşil mermer sanki birbirini yiyor. Tam koltuğa otururken koridorun sonunda çok eski bir arkadaşımı görüyorum. Her şey burada da net. Ne olduğunu elbette anlıyorum, anlamamam mümkün mü? Senin başka yolun var mı? kafam karışmamış gibi davranıyorum. Seni hala bildiğimi, seni hala gördüğümü biliyor mu? Çok eskide kaldık. Bilmiyorum. Ne demeliyim, işim vardı, yolum düştü, burası neresi ve yukarıda ne var onu bile bilmiyorum. Telaşından anlamıyor, mutluluğundan. Evleneceğini haber veriyor. Benim seni tanıdığımı unutmuş. Bildiğimi, ezberlediğimi. Fotoğrafını gösteriyor. Elleri sıcacık, ter basıyor. Kazağının yakasını silkerek göğüslerine hava dolduruyor, duruluyor. Göğüsleri taşan bir süt gibi. Yanakları kızarmış, beni bilmiyor. Sarılıyor bana, mutluluğunu paylaşmak istemiş ama ben? Ben neler yapıyorum. Acil çıkmam gerektiğini söyleyip gözüme takılan merdivenlere koşuyorum. Seni arıyorum, bu da uzun zaman olmuş. Sen farkındasın, sesinde yine o kaypaklık, oda numarasını söylüyorsun. Senin evin. Yok. Nereye bağlı kaldın ki zaten? Kime bağlı kalabilirsin ki sen? Kapı aralık, içeri giriyorum. İçeride en az 2 aylık serüvenin var. Kokusundan anlayabiliyorum. Kapının girişine bile kokun sinmiş. Baharatlı, ince bir sızı gibi burnumun en arkasını yakınca aldığım bu tanıdık ama lanetler yağdırdığım bu koku. Kurtulmak neden mümkün olmamış?

Duvarlarda fotoğraflarım, eski ve yeni, çocukluğum, mezuniyetim, denize girişim, kapı deliklerinden çekilenler, ayaklarım, aslında benim değil ama senin sonradan rujlar ve ojeler sürdüğün fotoğraflarım, başka vücutlara montelediğin saçlarım, çıplak bir bebeğin boynuna sardığın beyaz atkım. Sen delisin! Bütün bunları görünce çıldırıyorum! Sen sapkınsın! Sen yıllarca benimle geçirdiğin vakitlere aşık olup bir türlü benimle olmayı kendine yediremeyip hep başka kadınlar aradın, bunu hiçbir zaman kabullenmeyip "olamıyoruz" diyerek kaçıp koşa koşa bana geldin sen! Senin ilgi duyduğun kadınlar bile benimdi; benim arkadaşımdı, benim eski dostumdu, benim komşumdu, benim öğretmenimdi! Yenileyemezsin ki sen kendini! Bir yılan bile senden üstündür, sen beni çok iyi tanıdığına dair nutuklar atarken nasıl da uzaktın kendine bile! Kendi yalanlarındı, bunların tümü senin! Üzülürmüşüm! Bilemezlermiş! Senden başkası anlayamazmış beni neyin üzeceğini!

Hepsini yırtıyorum. Eski arkadaşım ne kadar yabancı, odana bile gelmemiş. Asıl ben ne kadar da yabancıyım sana, bile bile her seferinde gözlerimi nasıl da kapatmışım. Sana yumruklar savuruyorum. Isınmış bir plastik gibi sesin odanın bir tarafından öbür tarafına yayılıyor, sıvısın, ben buna dayanamıyorum. Telefonunu alıyorum, numaramı sileceğim, mesajları, beni sileceğim senden! Telefonunda da yüzlerce fotoğraf buluyorum, uyurken çektiklerin, ağzım, ellerim, kirpiklerim, gizlediklerin hepsi! Sapık! Yere atıyorum, kendimi de şuradan atmak istiyorum. ayağımla eziyorum, gidip duş başlığıyla vuruyorum, tuvalete atıp sifonu çekiyorum. Sanki o suyla beraber boşa geçen bunca yıl da gidecek. Sanki sen yalancı değilmişsin, sanki hiç kandırmamışsın gibi olsa.

Merdivenleri nasıl uçuyorum, "tamam canım, tamam güzelim"ler kulaklarımda. Kulaklarımı kessem, o odaya giren ayaklarımı kessem, hep uzanan ellerimi de kessem, bunu istiyorum. Ancak böyle kurtulurum diyorum. Kaçıyorum, koşuyorum, kapıda arkadaşım önümü kesiyor, "güzeliz değil mi, yakışmış mıyız, doğru söyle." diyecektir. Biliyorum, gözlerim kıpkırmızı, ellerini itip gidiyorum. Böylesine lanet olsun."

Bunları da yazsam mı diyorum kendime. Beyaz odamdaydık, evim hep çok ışık alır. Ben bunları içimden okurken o da sanki odanın ışığında yüzüyor gibiydi. 10 yıl yaşlanmış, 10 yıl büyümüş. Ne özür, ne berbat ettiği güven, 30 yıllık dostluğu bir çöp gibi bana attırmış olmasının hüznü. Yılları silmeyi kolay mı sanıyordu? Kim bunu kolay bir şey sanıyor? İyi gözükmüştüm. Yalnız bana ettiği ihanet mi? Benim inancım ne olmuştu? Yıllar diyorum, yıllar. Kim bu kadar yıl saklayabilmişti? Güzelim diyecektir, hiçbir şey yaşanmamış gibi, güzelim, nasılsın? Gülecektir, kocaman ağzıyla. Ağzı büyür, büyür, elleri bacaklarıma dolanır, güzelim der. Ben onun ses tonundan anlarım her şeyi, yarın olur, bir başkasına kaçar. Kaçmaz, koşar. Bir başka güzelim, bir başka rüya. Bak işte diyorum, ne çok şarkı, ne çok sigara, ne çok güzelim, ne çok yol, bir beyaz atkı, bir küçük odun parçası, hepsi çöp.

Şarkı önerisi:
"Geçti artık göğsümde,
Kuş barınmaz anladım."
Metin Altıok