Bu ufak hikaye, haksızlığa uğradığımı düşündüğüm bir hikayenin anısına...
Bu mektup sana ulaştığında..... unutma, ona gözlerim değdi, ellerim dokundu.
Bana bugünü geri ver.
Dükkanlar arasında gezinirken seramik, mavi kuşlu bir kupa görüyorum. Bizim sert seramiklerimiz gibi değil, sanki parmağımla biraz zorlasam kırılacak kupa. Ben üzerindeki kuşu beğeniyorum, onu seviyorum, herkesten 1500 kilometre uzaktayken kendimi hep bir kuş gibi hissetmiştim, o bardağı alıyorum. Satıcı tarafından uyarılıyorum, gülüşüyoruz; bir insan gibi kırılgandır bu bardak, narin olmalısın, bir insana davrandığın gibi.
Kupama gözüm gibi bakıyorum, insanlarıma davrandığım gibi. Bazen uzun
süreler sıcak tutmuyor kahvemi, aldırmıyorum. Uzun uzun kuşu izliyorum bazen. Zaman burada durağan çünkü, vaktim var, çok uğraşım yok. Zihnim dingin, dağılmıyor, bir şeylere koşmuyorum. Döndüğümde farklı olacak, biliyorum. Her şey değişecek eskiye döndüğümde.
Bir süre sonra hayatım değişiyor. Alışamadığım bazı şeyler örneğin. Zorlanıyorum, kendimi dinlemek istemiyorum, kaçmak istiyorum. Kendi evime çekiliyorum ve kendimle kalıyorum. İşte bardağımla hikayem burada yeniden canlanıp devam ediyor. Benim için ediyor, ama onun için hala öyle mi bilmiyorum.
Eskiden bilirdim, bardağım sonuçta çift cidarlı değildi, kahvemi o kadar soğuk tutamazdı, ama ben kahvem çabuk soğudu diye artık ona sinirlenmeye başlamıştım. Bu kadar da olmazdı, sinirlenip onu tezgaha sert bir şekilde koyduğumu bile hatırlıyorum, sesimi yükselttiğimi, ona küfür ettiğimi; salak! Hiç sana yakışmış mı, sana hiç yakıştıramadım bunu! Bardak ne desin, susuyordu, bardaktı nihayetinde. Üzerindeki kuşa da takmıştım. Kuyruğunu beğenmiyordum artık, simetrik değildi mesela, yapan güzel yapmamıştı. Gagası gövdesine göre fazla büyüktü, ne iğrenç. Bardağıma öylesine takmıştım ki bunları sürekli ona söylemiştim, şu gagaya bak, uzun kuyruk da ne böyle! İyice gözüme batıyordu, her şeyi ama her şeyi. İnadına hala onda kahve içiyor, özellikle sinirli anlarımda gidip ona yapışıyor, kahvemi soğutunca her şeyine ama her şeyine takıyordum. Sonra bir gün işi biraz abarttım ve telefonla konuşurken tezgaha sert bir şekilde koydum. Tam yarısından yukarısı çatladı. Çok kızdım, sanki bunca zaman zavallı bardağı hor kullanmamışım da bir anda çatlamış gibi, hayır ama bu kaçınılmaz bir sondu zaten.
Ben bardağımı kullanmaya devam ettim. Artık kahvemi daha az koyuyordum. Yarısına kadar. Ama çatladığı için iyice bilenmiştim, artık daha sert koyuyordum her yere, özellikle sinirliysem. Benim günah keçimdi. Benim güzel kuşlu bardağım.
Sonunda, pes ettim. Gidip başka bardaklar aldım. Onu unutmak kolaydı ve bardağımın bana, zor günlerime kendince hizmet ettiği günleri, unuttum, apaçık unuttum. Ne şartlar altındaydı, hiçbir önemi yok. Kendi derdi, neydi benim yanımda?
Sonra bir gün rüyamda bardağımın üzerinde kuştum. Maviydim, kuyruğum uzundu, ama sanki o kuşla hiç dalga geçmemişim gibi o kuyruğumla gurur duydum. Herkese uzun kuyruğumu anlattım. Hani biri dese, uzun kuyrukla dalga geçerdin bir zamanlar diye, onlara yalan söylediklerini söylerdim. Söylendiğim onca şeyi unuttum. Gururlu bir bardaktım.
Rüyamdan uyandım ama aslında hala rüyadayım. Bardağım artık çöpte. Ağız kısmı paramparça, kuşun gözleri oyulmuş, uzun gagasıyla defalarca dalga geçilmiş, uzun kuyruğuna sayısız kez gülünmüş, kocaman bir çatlağı var ve sadece kahve içilmekten içi tamamen kahverengi.
Ona bir insan gibi davranamadım. Yıllarca söylendim durdum, bunu kabullenmedim ama ona takmıştım. Başka hiçbir bardağa onun gibi davranmamıştım. Onları narin bir cam gibi okşamıştım. Diğer bardaklar hep yeni kaldı. Onlar bardak olma serüvenlerini hak ettikleri gibi yaşarken kuşlu bardağım eminim hep korkuyla yaşadı ve eğer bir bardak dünyasında güzel hatıraları olduysa, ben onlara hep gölge düşürdüm, içinde hep ben vardım.
Olan olmuş. Artık hiçbir neden onu olmamış yapamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder