24 Aralık 2012 Pazartesi

Şiddeti gördüm.

Bakışlarından tanıdım seni. Yıllar sonra aldığın az biraz kilodan, eskiden uzun olan ama şimdi kısacık bıraktığın saçlarından değil. Gözlerinden tanıdım seni, tam yanımdan geçerken arkana baktığında. Sonra aynı dudak büzüş, aynı omuzları dikleştiriş. Hepsi tanıdıktı bana.

Telefonun mu çalmıştı, çalmış gibi mi yapmıştın? Yanındaki kıza bir şeyler söyledin. Kız teselli eder gibi sırtını sıvazladı. Arkanı dönüp uzaklaşmaya başladın, yavaşça ama. Başın hafifçe hep yana dönük. Dudakların aynıydı hala, büzük ve omuzların daha dik. Sağ adımını atarken omzunu sağa doğru biraz indiriyor, solu atarken sola indiriyordun ama bakışların hala aynıydı. Takip ettim seni. Apartmana girdiğinde ben de geldim peşinden. Bir işaret bırakırdın bir ayakkabı bi atkı bir kitap. Direk gel demezsin demezdin de hem. Ama işaret bırakırdın mutlaka, kapını açık bırakarak mesela.

içeri girdim. Aynı parfüm kokusu, küçücük bir kaç odalı evde aynı koku. aynı köşe saksısı. Şu çekyata çok yakışmış avizen. Camın önünde bu mevsime hiç uymayan mor sümbül. Gerçek miydi o? dokunmadım.

Masanın arkasına oturdun. dirseklerin yine dizlerinde, çenen yine ellerinde. Dudakların hala büzük, gözlerin dalmış, biliyorum dedin içinden gelecektin. radyo açıktı. Benim en sevdiğim kanal. Hafif şarkılar çalıyordu hep. çoğu kez eskilerden kalma yabancı şarkılar. radyo açıktı ve gülümsedim. Sen dalmaya hep devam ettin.

"Uçurumdaydım İlyas! o uçurumun tepesine belimden bağlı beyaz kalın iple beni sen çektin, kurtardın her seferinde. o dorukta bana yaktığın dev alevler vardı. ısınırdım uçurumdan döndüğümde. yüzüm alevden kıpkızıl olurdu, avuçlarım kavrulurdu. Ben doruğa çıkmanın verdiği gururla, omuzlarım dik.

Beni geri attın. Belimdeki ipin yettiği yere kadar düştüm. tırmanmalıydım orada sen ve alevin vardı, orada başarmanın gururu vardı. çok denedim nefesim kesilene kadar ve tekrar yarı yoldan düştüğüm bir anda bir yerlere takıldım. Bir otobüs durağına, bir sokak köşesine, bir pastaneye, tanıdık yüzlere, çalan şarkılara, kar oynayan çocuklara, tren yolculuklarına.
s e n i   h a t ı r l a t a n   n e   v a r s a    o n l a r d a    t a k ı l d ı m.
düşmedim bir daha ama çıkamadım da. yukardaki o alevi içimde defalarca hissettim. Yanışlarımı sana avuçlarıma dokunan yanma hissini. Hasreti düşerken, özlemi düştüğümde, boşluğu düşerken, sabredebilmeyi düştüğümde. yalnızlığımı.

S e n e l e r d i r   a y n ı   e v d e y i m.

kapım senelerdir. çalmadı. Bir ömrü aynı pencere geçirdim. Çayımın dumanı demliğin ucunda söndü. Kokusunu bir ben aldım. Oysa eskiden sırtımı dayadığımda soğuk bir duvara, beni kendi vücuduna yaslar, soğuk duvara siper olurdun. O duvarlar çöktü! şarkılar bitti defalarca, çaldıkça bir kez daha bitti! yaşlarımı sildim ve yaşlarımı eksittim! aynı evde aynı pencerede! Ve sırf şimdi sus diye. Bir ömür susmadın mı?"

"yalnız mısın" dedin. söyleyecek başka şey yokmuş gibi. odana sarı ışığın yayılmıştı. eşyası sadece köşe saksısı, çekyat, avize ve yapma sümbül olan odana kapının önündeki sokak lambası da girmişti, perdesiz camından. dünyada söyleyecek başka şey kalmamış gibi bir de ağzından çıka çıka " yalnız mısın?" çıkmıştı.

"dudağını her böyle büzende, dirseklerini dizlerine her dayayanda, yüzünü ellerine her koyanda seni andığım için. Evet yalnızım. Bu yüzden yalnızlığım. ömürlerimi ben bununla geçirdim."

cümlelerimi devam ettirmedim. Şarkı çaldı ve şarkı ben kapıdan çıkarken sana her şeyi yeniden hatırlattı. Seneler sonra aynı kokudan yine uzaklaştım. vedalaştım. Sesini özlemişim üstelik. ağzından çıkan 2 kelimede fark ettim bunu.

Kapıyı aralık bıraktım. senin yaptığın gibi.
Belki sen de gelirsin diye.

Ama o binadan çıkarken binayı aynı ses sarmıştı, kapıdan çıkarken duyduğum.

"Dokun bana, bana dokun n'olur, hasretinden öldüm; kopar zincirleri yeniden gel, durmadan gel, hep gel."
Bana otobüs yolculuğunda bu hikayeyi bir solukta yazdıran bir şarkı var, var oldu...




Fotoğraf buradan alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder