20 Temmuz 2014 Pazar

Kendi kanında bir ömrü boğan kız.

Et renginde, kalın, havasız, güneşsiz kutu. İçindeyim. Ne geceyi anlayabiliyorum ne gündüzü. Ne iyiyi ne kötüyü. İyi veya kötü diye tanımlayabileceğim bir ayrımım dahi yok hatta. Tek kötü, tek yol cehennem yolu. İpince, tek hatamda düşeceğim o ip benim tek yolum. Peşimde düşüreceklerim dahi var, eteğime tutunup düşecek insanlar. Tüm suçlu benim. Hem güven dediğin cennet kuşu misali. ama AH Yine zalim, yine zalim bu ömür! bu et duvarının içinde tıkılı kalış, bir eziyet bu ömür!

Bu kutu eziyet renginde! yağmurları akıttım kendi  özsuyumla. ve dolular döktüm beynime, en yüksekten en soğuk ve en büyük doluları. Sırf felç geçirsin diye şuurum. Islansın diye kutum, ıslanıp delinsin kopsun, kırılsın, yırtılsın kopup gitsin eskisin erisin ıslaklıktan! Sonra uçup gideyim diye kuş gibi, özgür bir kuş gibi. Gökyüzüne ilk kez kavuşmuş ve onu kucaklamak için ağlayan o kuş gibi./yim.


CANINI GAGASININ UCUNDA TAŞIYAN BİR KUŞ GİBİYİM
AĞLA AĞLA ZAVALLI; ZAVALLI BİR KUŞ KALBİM!

12 Temmuz 2014 Cumartesi

o dalgaların canı olsa konuşurduk penceremde...

Hava serin. Denizin kokusunu uzaklara uçuran bir rüzgar dolanıyor buralarda. Gökyüzü gündüz gibi aydınlık, top gibi aydan.  Bir fener gibi yuvarlaklığı. Yalnızım. Dalgaların köpüğüne yanaşıyorum. Köpükteki beyaz ve saydam yerlerin ayırdına varıyorum. Birbirine karışmayan iki rengi izliyorum. Sonra kafamdaki her şeyi süpürüp o köpüğün altına saklayasım geliyor. Her şey medcezirle okyanuslara çekilsin istiyorum, tüm dünya uzaklaşıversin benden. Üstüne kıyıdaki tüm taşları atayım; denizanasını yaralar gibi yaralayayım ben de onları, Onlar’ın da yaptığı gibi. Sonra diz çökeyim kıyıya ve bakakalayım köpüklerin ardından. Saatlerce, ateş yanıbaşımda kalbim gibi yanarken.

Ay, kırmızı bir kalp gibi gökyüzünde bugün. Yer gök ihanet kokuyor. Yaklaşıyorum dalgalara. Göklerimi kapatıyorum. Kapkaranlık suyun içi. Yengeçler bile korkmuş kanlı aydan. Kaçtıkları delikleri görüyorum. Onların içine saklanmak en kolayı. Kimse görmesin. Kimse bakmasın gözlerime, kimse sormasın istiyorum. Nasıl sakladığımı bunca sene içimde. Bunca şeyi beynimin nasıl kaldırdığını kimse sorgulamasın. Ellerimi sokuyorum yengeçlerin yuvalarına, nefesimi tutup. Ben alışkınım nefesimin bile fazla geldiği günlere… Ellerimi ısırıyor yengeçler, kanıyor parmak uçlarım. Tuzu kanıma karışıyor, kanıma yerleşen diğer şeyler gibi. Kanıma dokunuyor, yabancıyım bundan sonraki tüm tatlara. Kanım kesiyor, denizin köpüğü gibi oluyor içimde. Damarlarımda akan pütürü hissediyorum. Parmaklarım morarıyor. Dudaklarım, göz kenarlarım, ağzımın yanındaki kırışıklıklar, dizlerim, bacaklarım… Sonra kendimi dalgaların altına süpürüyorum, gerçekten. Derinlere akıyorum, bir adamın boşalışı gibi boşaltıyor deniz beni. Bembeyaz oluyor tüm morarışlar. Kemik rengi, sarımsı bir beyazlık bu. Bomboş. Tüm zihnim boş artık.


Saatlerce sürükleniyor bedenim. Deniz gökyüzü rengine dönüyor. Karaya atıyor, püskürtüyor su beni. Omzum görünüyor ilkin. Bir süt gibi beyaz omzum çırılçıplak, ayna tuttuğum sırlarım gibi. Herkes görüyor. Ben en çok Onlar görsün istiyorum.  Yalnız onlar beni. Sonra gözümün akına baksınlar istiyorum, en derinlere, kalbime neredeyse. Çürüyen etim toprağa karışmadan anlasınlar istiyorum. 

Düşsel yaslara razıyım, ben konuşmak istiyorum. 


10 Temmuz 2014 Perşembe

Zaman geçiyor. Yıllar çoktan bitti. Unutuldu deniz kokuları, gitar sesleri, ağaç çıtırtıları, kar patırtıları. Duygular unutuldu ve hisler. Bütün anılar, çocukluk, ilk gençlik. Yakıldı unutulması önemsenmeyen bir takvim yaprağı gibi. Cümleler kurudu ağızlarda, söylenmeyenlerin hepsi kaldı. Söylenemediler işte.

Zaman geçiyor. Masadaki kahvem ve defterim, karşımdaki erik ağacım, şuradaki ev, bu durak değil. Zaman geçiyor yalnız...


9 Temmuz 2014 Çarşamba

Bugün içindir bugün! O masa içindir bu!

Ne zamandır elime kalemimi alıp ehli olduğum öykülere atamadım kendimi. Yürek, doluluğu bazen boşaltamıyormuş kalemiyle. Seller gibi akıtamadım içimi işte. Sonra bir hikaye dinledim, kalbimden; yaşadım dinlerken. Ellerim titredi, gözlerim doldu ona bakarken. Bilseydi sesinin nasıl değiştiğini, nasıl güzel anlattığını; dururdu. Bakardı gözlerime "Seninle bu hikayeyi paylaştığım için özür dilerim." derdi, eminim.

Sustu bitince. (Aslında ona sorsanız, biriktirdiği bunca seneyi bana anlatırken tamamen dökülemediği için o süre içinde hep susmuştu. Konuşması neydi ki onca şeyin yanında... ) Bana baktı. Yan döndü bana bakarken. Yanındaydım, hiç bakmadığı yanında. sonra "beni yazsana Elif." dedi yine. Duydum. Daha önce de yapmıştım bunu ona ben. Sonra değişmişti ya hayatı....


"Bunun üzerine çok düşündüm. Bir tanım bulmak, bir isim yakıştırmak istedim. 'Ölüm, kopuş, ayrılış, ihanetler, yalanlar, uzak ve ayrı kalışlar' demek yerine senin belki de kabullenmeyeceğin bir sözcük buldum hepsinin adına ve yerine: Kader.

Bu kelimeyi kullandığım zaman, yıllardır ayrı hayatları yaşıyor olmamıza rağmen aniden aynı silsilede birleşiyoruz seninle. Aniden birbirini tama tamamlayan yarımlar oluyoruz. Aynı kaderin parçaları sayılıyor, birbirinin kaderi bile olamayan iki insanın kadersizliği oluyoruz. Kaderde yokmuş Kader'im... Kaderimizde yokmuşuz."

Onun bende bıraktığı tek izlenim buyken, tesellilerimi sıraladım. Unutmak, vazgeçebilmek, kabullenmek ve yaşamak. Yolumuza bakmak, hayat kurmak, insanlara karışmak, sokaklarda yürümek, masalarda oturmak, kahveler içmek, soğuk sularda üşümek, deftere yazmak ve tüm bunlara rağmen, tüm bunların içinde devam etmek. Bütün duyduklarım en ağır bedeldi, Ben hiç hayatla ödenen bir bedel görmemiştim.

Onu ikna etmişim. Yolunu bulacak. Büyüdü, büyüyecek. Küçük avuçlarını alacağım bir gün yine ellerime. Onu öpeceğim. "Al." diyeceğim. "Eskiden benden küpe istemiştin. Unutmuşsundur. Al sana küpen." Duyduklarının üzerine şifa olsun e mi biriciğim.

"E. ye yeniden..."