
Sol elindeki kitabı çenesinin altına sıkıştırıp sağ elindeki çırpıcıyı karıştırmayı bıraktı. Boşta kalan sol eliyle diğer tencerenin kapağını açıp sağ eline aldığı tahta kaşıkla makarnayı 1 kez karıştırıp kapağı ve kaşığı elinden bıraktı. Yeniden sağ eline çırpıcıyı, sol eline kitabı aldı.
Bir kaç saniye geçmişti ki
kapıdan bir "bi bip" sesi geldi ve mutfak fotoğraf makinesinin
flaşının ışığıyla aydınlandı. Kafasını kaldırınca gördü ki: yakalanmıştı.
Kocası makineyi masaya bırakıp
ona doğru geldi.
"Bak aynı hayal ettiğimiz gibi."
***
29 Eylül 2010'du. Çarşamba günü öğleden sonra, üniversitenin en
büyük sınıfı olan teknik resim sınıfındaydı dersi. Saatine baktı. Daha derse 1
saat vardı. Eşyalarını sınıfa bırakıp bahçede kitap okumaya karar verdi. Sınıfın
en sağındaki kapıdan içeri girer girmez en arkadaki kişiye odaklandı, durdu,
baktı. O an onunla evleneceğine karar verdi.
Eşyalarını bırakıp bahçeye çıkınca hemen eflatun defterini
çıkardı. Bildiği bir şiiri yazıverdi, adını bilmediğine:
"Ey çocuk, ismini, ismini, ismini sayıkladım.
Seni ben ayıkladım, onca ayıp içinden."
İçinden sıcak his akar gibi oldu. Adını bilmeyecekti, adı
"çocuk" olsundu. Aylarca devam edecekti çünkü, kitapların,
defterlerin köşelerinde: "Günaydın çocuk, niye gelmedin çocuk, hoş geldin
çocuk, uykusuz gibisin çocuk."
İsmini gerçekten aylar sonra duymuştu. Birileri arkasındakilere
seslenmişti, o da ismi çok beğenip "dilerim odur." diye içinden
sayıklamıştı. Arkasına döndüğünde onun olduğunu anladı. Gülümsedi. Artık yalnız
"çocuk" değildi.
Aylar yeniden geçmişti. Tanışıklık, ilk merhabalar, konuşmalar,
fotoğraf makinesinde ilk fotoğraf çekilmeler, ilk yemekler, ilk kalabalıklar,
sonra arkadaş oluş, sır paylaşmalar, sonra yıllar geçmişti. Anılar birikmiş,
ama içte birikenler bir türlü dışarı çıkamamıştı. Bilindik hikaye diye
düşünüyordu.
"olsun, yazmak için bahane."
Bir gece telefonu çalmıştı. 1 Mayıstı. Uykusundan uyanıp telefonu
açınca gitar sesi yayılmıştı, sonra şarkıya eşlik edilmeler, alkışlar, seni
seviyorumlar.
"Seni öyle sevdim ölürcesine
Tanrının yazdığı şiircesine
İçimden geçeni bilircesine
Yalnız benim için bak yeşil yeşil."
İçimden geçeni bilircesine
Yalnız benim için bak yeşil yeşil."
Nasıl sabah olduğunu bilemedi, nasıl ona koştuğunu. Yazdığı bütün
mektupları, küçük defterleri yanında götürdü ertesi gün. Havanın
serinliğinde, ilk yazda (Yeni ilk yaz, ayrılığın ilk yazı değil.), ilk
serinlikte, ona her şeyi anlattı, ondan her şeyi dinledi.
Bir yuva kurana kadar, kitaplar hayal ettiler, kurabiye kokuları, yeni biçilmiş çimler, sırtta çantalarla gidilen yollar, eski kitapları, antika şişeleri, el yapımı eşyaları, ucuz kahvaltıları, Prag'ı, Fransa'yı.
Ve şimdi Fotoğraf makinesi, masada, kitap tezgahın üzerindeyken...
Şimdi dense ki 6 yıl geçti. masallar gerçektir bazen dense. Keşke
hiç bozulmasa dense.
Tüm ihtiyacım olan,
Biraz şans ve bir bisiklet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder