28 Nisan 2013 Pazar

Gözlük


GÖZLÜK

-Dedeciğim, gözlüğünü alabilir miyim?
-Hayır! Sana kaç kere söyleyeceğim; gözlerini bozacaksın.
            O sigarasını içmek için balkona çıkar çıkmaz ben de parmak uçlarımı kullanmaya dikkat ederek evin öbür tarafındaki odaya koşardım. Kapıyı sıkıca kapatır, o gelirken sesini duyayım diye televizyonun sesini iyice kısar, onun büyük numaralı gözlüklerini takar ve her gidişimde ananemin bana aldığı mini etekleri uçurarak kendi etrafımda dönerdim. Kendimi eğlenceme o kadar kaptırırdım ki bütün önlemlerime rağmen onun geldiğini bir türlü fark edemezdim. O kapıyı açtığında dakikalardır kendi etrafımda dönmenin verdiği baş dönmesiyle kendimi onun kollarına bırakırdım. Beni sarıp sarmalar ve gözlerimden öperdi. Böyle yaptığında gözlerimin bozulmayacağına inanırdım. O benim için ilahtı.
            15 yaşımdaydım. Dedem, ananem ve dayım İzmir’den; küçük teyzem ve ailesi Eskişehir’den; büyük teyzem ve ailesi de bize yarım saatlik mesafede olan evlerinden bize gelmişlerdi. Doğduğumdan beri ilk defa hep beraberdik. Ben sürekli yeni aldığım cep telefonuyla fotoğraflarımızı çekiyordum. Oradayken fark etmediğim ama fotoğraflardan görüp anladığım bir şey vardı herkeste, bir gariplik. Uzun, upuzun boylu dayımın omuzları sanki biraz daha çöküktü. Teyzelerim ve annem sık sık bizim mutfağa gidiyor, kapıyı kapatıp uzunca konuşuyorlardı.
            O gün sessizlikle geçip gittiğinde ertesi gün erkenden uyanmıştım. Dedemi biraz güldürmek istemiş, kapının önündeki ayakkabılıktan gözlüklerini almıştım. Yüzümü yüzüne yaklaştıracak onu nefesimle uyandıracaktım. O da beni görünce kahkahayı basacaktı. Gece yattığı salonun kapısını açmıştım ama bütün yataklar toplanmış ve yerlerine yerleştirilmişti. Hemen mutfağa yönelmiştim. Evin bütün bayanları oradaydı. Dedemin nerede olduğunu sordum. Kimse cevap vermedi. Açıkçası o an çok önemsememiştim bunu.
Akşam dedem geldiğinde ben hala farkında değildim olan bitenlerin. Yemekten kalktığımızda ben masadakileri salona götürürken dedem gülüşleriyle koluma girmiş ve beni odama götürmüştü.
Önce gözlüğünü verdi. O zamanlar tek tasasının güzel gözlerim olduğundan ama artık daha önemli hastalıkların varlığını bildiğinden bahsetti. Anlamını bilmediğim ve keşke öğrenmeseydim dediğim tıbbi terimleri anlattı.
Dedemin son aylarda artan öksürüğü ve ananemi geceleri uyutmayan hırıltısı yüzünden dayım onu İzmir’de bir hastaneye götürmüş. Doktor bunun basit veya daha vahim bir durum olabileceğini söyleyip onları hastanenin patoloji bölümüne yönlendirmiş. Orada dedeme bilgisayar tomografisi, manyetik rezonans görüntülemesi gibi çok sayıda testler yapılmış. Sonuçlar bir konsey tarafından yorumlanmış ve sıradan bir şeyden bahsedermiş gibi onun akciğer kanseri olduğunu söylenmiş.
Bütün bunları bana nasıl anlattığını algılayamıyordum. Hangi evrede olduğunu, bundan sonra bizleri nelerin beklediğini duymak bile istemedim. Sadece ona sarıldım. O, çaktırmadan ellerimi ceplerine götürdü. Bir sevgilinin, kız arkadaşına cebindeki tek taşı ima edişi gibi bana cebindeki renkli şekerli leblebileri gösterdi. Çığlık atıp hepsini avuçlarıma doldurdum. Leblebilerin sayısı ertesi gün kullanmaya başladığı ilaçların sayısından az değildi.
O hastaneye yatarken ona cep telefonumu verdim. Kaldığı katta onun gibi yaşlı insanlar vardı. Onu orada kanseriyle baş başa bırakmak ölüm gibiydi. Başka çaremiz yoktu.
Araştırmalarıma göre akciğer kanserine yakalanan hastalar, erken teşhis konmamışsa üç sene içinde son evreye ulaşıyorlarmış. Kemoterapi bu süreci uzatan bir tedaviymiş ancak hastayı hem yoruyor hem de fiziksel zararlar veriyormuş. Nitekim dedemin kanserini öğrendiğim günden 6 ay sonra kemoterapi de kanser gibi bizim ailenin bir ferdi olmuştu.
O yazı onunla İzmir’de geçirdik. Normal hastaların 3 sene dayanabildiği o hastalığa dedem 6 ayda pes etmiş gibiydi. Saçları dökülmüştü ancak o zamanlar meşhur olan bir futbolcunun saçlarına benzemişti. Bende ananeme göz kırpıp ona laf atıyordum. O ise sadece gülebiliyordu. O iri yarı adam küçücük kalmıştı. Eskiden beni kollarına alan adam tedavi sonrası benim kollarımda uyuyordu. Bense bazı zamanlar nefesimi tutup üzerine örttüğüm çarşafın hareketlerini izliyordum. Birkaç saniye geç oynayan çarşaf yüreğimi ağzıma getiriyordu. O zamanlar tüm olanlara isyan etmek, çığlık atmak istiyordum. Olmayacağını bile bile hep olması için beklediğim şeyler, aslında birer birer avuçlarımdan yere düşüyordu. Kırık seslerini duyup duymamazlıktan geliyordum çünkü benim umudum vardı.
O yazın her gününü ertesi gün öleceğini bile bile geçirdik. Kışa doğru kanser etkisini kaybetmişçesine göçüp gitmişti hayatımızdan. Hatta araba bile kullanmıştı dedem. Mola verdikleri benzinlikten çıkarken ters yöne gitmiş olması bizi çok güldürmüştü. Tasasız geçirdiğimiz kışın arkasından gelen yaz, evimize kanserin yerine bambaşka bir aile ferdi hediye etmişti. Dayım evlenmiş ve dedemin kalbini oğlundan olacak bir torunun heyecanı sarmıştı. Düğün heyecanı ona öyle iyi gelmişti ki onu görseniz yeni damat sanırdınız.
2006 yılında kurban bayramı ve yılbaşı aynı güne denk gelmişti. İzmir’e gittiğimde eve girmem mümkün değildi. Çok ağır, çok kötü kokuyordu bütün odalar. Sürekli kapıları ve camları açıyordum. Dedemin yanında yapıyordum bunu üstelik! Akciğerlerinin kuruduğundan, iltihaplandığından, bütün kokunun ondan geldiğinden haberim bile yoktu. Benim tek bildiğim yılbaşı akşamı ilk yemeğimi ve ilk salatamı yaptığım dedeme ilk pastamı yapacaktım. Ben çarşıdan alışverişimi yaparken dayım onu berbere götürmüş, ananemde berber dönüşü onu duşa sokmuştu. O ise hastalık hayatı boyunca ilk defa yaptığı bir şeyi unutup “ beni duşa sokun” demişti.
Dayımın telefonuyla apar topar eve döndüm. Babam dedemin üstüne çıkmış onun kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Dedem sessizce “hastane, hastane” diye tekrarlıyordu.
Onu en son dayımın sırtında, merdivenlerden inerken gördüm.
Bana kimse onun öldüğünü söylemedi. Ben o gece saat 4 de bağrışlardan anladım bunu. Ertesi gün selası verildikten sonra dolup taşan evin önüne kondu ayakkabıları. Ceketinin cebinden gözlüklerini aldım önce. Sonra şapkasına sarıldım.
Evin kokusu da çoktan gitmişti.
Benim hikayem tam burada başlamıştı, onun hikayesinin bittiği yerde.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder