GÖZLÜK
-Dedeciğim, gözlüğünü
alabilir miyim?
-Hayır! Sana kaç kere
söyleyeceğim; gözlerini bozacaksın.
O sigarasını içmek için balkona çıkar çıkmaz ben de
parmak uçlarımı kullanmaya dikkat ederek evin öbür tarafındaki odaya koşardım.
Kapıyı sıkıca kapatır, o gelirken sesini duyayım diye televizyonun sesini iyice
kısar, onun büyük numaralı gözlüklerini takar ve her gidişimde ananemin bana
aldığı mini etekleri uçurarak kendi etrafımda dönerdim. Kendimi eğlenceme o
kadar kaptırırdım ki bütün önlemlerime rağmen onun geldiğini bir türlü fark
edemezdim. O kapıyı açtığında dakikalardır kendi etrafımda dönmenin verdiği baş
dönmesiyle kendimi onun kollarına bırakırdım. Beni sarıp sarmalar ve
gözlerimden öperdi. Böyle yaptığında gözlerimin bozulmayacağına inanırdım. O
benim için ilahtı.
15 yaşımdaydım. Dedem, ananem ve dayım İzmir’den; küçük
teyzem ve ailesi Eskişehir’den; büyük teyzem ve ailesi de bize yarım saatlik
mesafede olan evlerinden bize gelmişlerdi. Doğduğumdan beri ilk defa hep
beraberdik. Ben sürekli yeni aldığım cep telefonuyla fotoğraflarımızı
çekiyordum. Oradayken fark etmediğim ama fotoğraflardan görüp anladığım bir şey
vardı herkeste, bir gariplik. Uzun, upuzun boylu dayımın omuzları sanki biraz
daha çöküktü. Teyzelerim ve annem sık sık bizim mutfağa gidiyor, kapıyı kapatıp
uzunca konuşuyorlardı.
O gün sessizlikle geçip gittiğinde ertesi gün erkenden
uyanmıştım. Dedemi biraz güldürmek istemiş, kapının önündeki ayakkabılıktan
gözlüklerini almıştım. Yüzümü yüzüne yaklaştıracak onu nefesimle uyandıracaktım.
O da beni görünce kahkahayı basacaktı. Gece yattığı salonun kapısını açmıştım
ama bütün yataklar toplanmış ve yerlerine yerleştirilmişti. Hemen mutfağa
yönelmiştim. Evin bütün bayanları oradaydı. Dedemin nerede olduğunu sordum.
Kimse cevap vermedi. Açıkçası o an çok önemsememiştim bunu.
Akşam
dedem geldiğinde ben hala farkında değildim olan bitenlerin. Yemekten
kalktığımızda ben masadakileri salona götürürken dedem gülüşleriyle koluma
girmiş ve beni odama götürmüştü.
Önce
gözlüğünü verdi. O zamanlar tek tasasının güzel gözlerim olduğundan ama artık
daha önemli hastalıkların varlığını bildiğinden bahsetti. Anlamını bilmediğim
ve keşke öğrenmeseydim dediğim tıbbi terimleri anlattı.
Dedemin
son aylarda artan öksürüğü ve ananemi geceleri uyutmayan hırıltısı yüzünden
dayım onu İzmir’de bir hastaneye götürmüş. Doktor bunun basit veya daha vahim
bir durum olabileceğini söyleyip onları hastanenin patoloji bölümüne
yönlendirmiş. Orada dedeme bilgisayar tomografisi, manyetik rezonans
görüntülemesi gibi çok sayıda testler yapılmış. Sonuçlar bir konsey tarafından
yorumlanmış ve sıradan bir şeyden bahsedermiş gibi onun akciğer kanseri
olduğunu söylenmiş.
Bütün
bunları bana nasıl anlattığını algılayamıyordum. Hangi evrede olduğunu, bundan
sonra bizleri nelerin beklediğini duymak bile istemedim. Sadece ona sarıldım.
O, çaktırmadan ellerimi ceplerine götürdü. Bir sevgilinin, kız arkadaşına
cebindeki tek taşı ima edişi gibi bana cebindeki renkli şekerli leblebileri
gösterdi. Çığlık atıp hepsini avuçlarıma doldurdum. Leblebilerin sayısı ertesi
gün kullanmaya başladığı ilaçların sayısından az değildi.
O
hastaneye yatarken ona cep telefonumu verdim. Kaldığı katta onun gibi yaşlı
insanlar vardı. Onu orada kanseriyle baş başa bırakmak ölüm gibiydi. Başka
çaremiz yoktu.
Araştırmalarıma
göre akciğer kanserine yakalanan hastalar, erken teşhis konmamışsa üç sene
içinde son evreye ulaşıyorlarmış. Kemoterapi bu süreci uzatan bir tedaviymiş
ancak hastayı hem yoruyor hem de fiziksel zararlar veriyormuş. Nitekim dedemin
kanserini öğrendiğim günden 6 ay sonra kemoterapi de kanser gibi bizim ailenin
bir ferdi olmuştu.
O
yazı onunla İzmir’de geçirdik. Normal hastaların 3 sene dayanabildiği o
hastalığa dedem 6 ayda pes etmiş gibiydi. Saçları dökülmüştü ancak o zamanlar
meşhur olan bir futbolcunun saçlarına benzemişti. Bende ananeme göz kırpıp ona
laf atıyordum. O ise sadece gülebiliyordu. O iri yarı adam küçücük kalmıştı.
Eskiden beni kollarına alan adam tedavi sonrası benim kollarımda uyuyordu.
Bense bazı zamanlar nefesimi tutup üzerine örttüğüm çarşafın hareketlerini
izliyordum. Birkaç saniye geç oynayan çarşaf yüreğimi ağzıma getiriyordu. O
zamanlar tüm olanlara isyan etmek, çığlık atmak istiyordum. Olmayacağını bile
bile hep olması için beklediğim şeyler, aslında birer birer avuçlarımdan yere
düşüyordu. Kırık seslerini duyup duymamazlıktan geliyordum çünkü benim umudum
vardı.
O
yazın her gününü ertesi gün öleceğini bile bile geçirdik. Kışa doğru kanser
etkisini kaybetmişçesine göçüp gitmişti hayatımızdan. Hatta araba bile
kullanmıştı dedem. Mola verdikleri benzinlikten çıkarken ters yöne gitmiş
olması bizi çok güldürmüştü. Tasasız geçirdiğimiz kışın arkasından gelen yaz,
evimize kanserin yerine bambaşka bir aile ferdi hediye etmişti. Dayım evlenmiş
ve dedemin kalbini oğlundan olacak bir torunun heyecanı sarmıştı. Düğün heyecanı
ona öyle iyi gelmişti ki onu görseniz yeni damat sanırdınız.
2006
yılında kurban bayramı ve yılbaşı aynı güne denk gelmişti. İzmir’e gittiğimde
eve girmem mümkün değildi. Çok ağır, çok kötü kokuyordu bütün odalar. Sürekli
kapıları ve camları açıyordum. Dedemin yanında yapıyordum bunu üstelik!
Akciğerlerinin kuruduğundan, iltihaplandığından, bütün kokunun ondan
geldiğinden haberim bile yoktu. Benim tek bildiğim yılbaşı akşamı ilk yemeğimi
ve ilk salatamı yaptığım dedeme ilk pastamı yapacaktım. Ben çarşıdan
alışverişimi yaparken dayım onu berbere götürmüş, ananemde berber dönüşü onu
duşa sokmuştu. O ise hastalık hayatı boyunca ilk defa yaptığı bir şeyi unutup “
beni duşa sokun” demişti.
Dayımın
telefonuyla apar topar eve döndüm. Babam dedemin üstüne çıkmış onun kulağına
bir şeyler fısıldıyordu. Dedem sessizce “hastane, hastane” diye tekrarlıyordu.
Onu
en son dayımın sırtında, merdivenlerden inerken gördüm.
Bana
kimse onun öldüğünü söylemedi. Ben o gece saat 4 de bağrışlardan anladım bunu.
Ertesi gün selası verildikten sonra dolup taşan evin önüne kondu ayakkabıları. Ceketinin
cebinden gözlüklerini aldım önce. Sonra şapkasına sarıldım.
Evin
kokusu da çoktan gitmişti.
Benim hikayem tam
burada başlamıştı, onun hikayesinin bittiği yerde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder