Küller,
küller -
Et, kemik,
yok orada başka bir şey"*
ve
"Bu
aşkın nüshası rüzgarlarda
Aslı bende
kalacak"
Onların
hiçbirine dün olanları anlatmadım. Anlatmaya fırsatım olmadı. Sabah balkonumdan
hepsinin, arabanın içine doluşup geldiklerini görür görmez o merdivenleri nasıl
indiğimi görmeliydiniz. Ah bu hepsine uzakta olmanın hissini, onların hiçbiri
bilemez. Onlara sarılmaktan nasıl korktuğumu, nasıl korkak olduğumu. Sarılınca
ne hissedecekleriyle yüzleşmekten dahi kaçtığımı. Ne yapacağımı bilemediğimi.
Benim için bu, kaza sonrası arabaya binmek gibi. Ameliyat sonrası ilk sarılma…
Hiçbirini bilemezler.
2 yıl boyunca
onları vücudumun bir parçası olarak değil, bir hastalık olarak taşıdığım için
onlardan bahsetmek benim için çok zor. Zaten artık kaybettim. Barışmam da, süt
dolu hallerini görünce, çok sonraları olmuştu. Çok kısa süre sonra başıma bu
işleri sardılar. Çok aniden. Bunun aniden olmayanı var mı, bunu da bilemem.
Arkadaşlarım,
sırayla duydu haberi. Kimi birbirini aradı, kimine eşim söyledi, birini ben
kendim aradım, diğerine annem haber verdi. Biri kalkıp ilk uçakla yanıma geldi.
Biri sık sık ziyaretime gelip hastanelerime eşlik etti. Biri sık sık aradı.
Kiminin konuşmaya cesareti olmadı. Anlıyorum bunu. Benim için de yüzleşmesi
zor.
Birbirini
sevenler, uzun uzun buna neyin sebep olduğunu konuşmuşlardır. Duyanlar,
duymayanlara… Olanların birazını bilen 2’si, kesin buluşup gözleri dolu dolu
birbirine sarılmış, ölmüşüm gibi davranmışlardır. Hikayenin mutlu kısmını
bilenlerin aklına gelmemiştir. Sadece ağlamalarımı duyan lanet etmiştir. Ben,
ben sadece korkağım. İçimde neyin sebep olduğunu bilen yanım hep benden
kaçmıştır.
Onların
hiçbirine dün olanları anlatmadım. Arabada uzun bir yola çıkıp, bir sürü
şarkıyı ağlayarak dinlediğimi. Artık memesiz vücudumla kendimi ne kadar kadın
gibi hissetmediğimi konuşmadım. Hiçbiri hislerimi sormaya cesaret edemezdi.
Ellerinden gelen, tam 590 kilometre yol gelip bana moral olmaktı. Ben bu geceyi
unutabilir miyim…
---- Mutfaktan gülüşmeler geliyor, birileri tabakları diziyor, birileri “biraz daha tuz” diyor. Salondan balkona açılan kapı yarı açık, biri sigaraya çıkıyor, öteki yanına gidiyor, bir başkası da onu takip ediyor. Küçük bir küme, susuyor. Sanki birlikte susmak da bir dilmiş gibi. O dilde anlaşıyorlar. İçeriden eşimin sesi, bıçak gibi “içmeyin şunu” diyor. Kümenin dumanı dağılıyor. Dağılan koku da içeri sızıyor, özlemin kokusu sigaraya karışıyor.
Hepsi çocuğunu bırakıp gelmiş. Bir tek henüz bebeği emen Esra ve Hüseyin’in kızları yanımızda. Eşim, oğlumuzu; Hüseyin de kızını içeride uyutuyor. Emir ve Demet sarılıp koltukta oturuyor, İlkin ve Ozan karşılarında, Mehtap ve Gamze eşleri Dinçer ve Sercan’la yıllar sonra görüşmüş oldukları için masada koyu bir sohbet tutturuyor. Esra, Melek, Onur ve ben yere oturuyoruz. Birbirimizin aynasında, kendimize biraz daha yakın duruyoruz.
Biraz eski
hikâyeler.
Ama araya
zaman karıştığı için herkesin anlattığı versiyon farklı.
Ve bu, daha
da güzel.
Bir ara biri
“çocukken…” diye başlıyor,
o cümleyi
herkes seviyor.
Çünkü
çocukluk ortak bir toprak gibi.
Oraya
döndüğümüzde hiçbirimiz kayıp değiliz.
Hayatlarıma
hep başka bir yerlerde dahil olan,
Birbirini
bir yerlerde görmüş,
Benim için
birbirine katlanmış bunca kişi,
Birileri
eksik.
Çağırılmamış.
Bunu
düşününce gülümsüyorum.
ama o
gülümsemenin içinde en çok ben varım.
Kahkahalar
yükseliyor bir ara,
‘sessiz
olun, çocuklar uyanır.’lar.
İlkin'in mutlu sesini özlediğimi fark ediyorum,
Onun sesine Esra'nın gülüşü,
Esra’nın
neşesi ise Hüseyin’e karışıyor,
Onları böyle
görmeyi özlemişim.
Esra’ya
sarılmak istiyorum.
Hala bunu
konuşmadan anlıyor mu?
İçilen bir
yudum.
Eski,
yıllarca sürmüş düğümlerinin üzerine,
Göz göze
geliş.
Herşeyin o
an gerçek olması.
Sanırım
anlasa da o duvarı yıkmayacak.
Belki üçümüz yeniden,
bu sefer güzel günlere...
Sofrada
yarım kalmış bardaklar,
çok
konuşulmuş konular.
Bitmemiş bir
çay,
yarım kalmış
bir cümle.
Saat geç
oluyor.
Herkesin
yeri değişiyor.
Erkekler bir
yere,
Kızlar ayrı
yere,
Kimi
balkona,
Kimi
mutfağa.
Eksik
olanlar, hayalet gibi aramızda dolanıyor.
Emir
şarkılar açıyor,
Önce
Kıraç’la başlıyor.
Gözgöze
geliyoruz.
Eşim, ben,
Emir ve artık aramızda olmayan biriyle gittiğimiz ilk konser.
Ona
gözlerimle sarılıp bunca yıl için teşekkür ediyorum.
O bunu hala
anlıyor.
Sonra Ferdi
Özbeğen’ler geliyor,
Ahmet
Kaya’lar.
Hepimizin
içi o sesle eşitleniyor.
Bir ara
Melek beni sıkıştırıyor.
Eskiden
bahsettiğinde hiçbir şey anlamadığım,
Ama
şimdilerde ezbere bildiğim bir sürü tıbbi terim soruyor.
Bildiği
yerden gelince kendini güvende hissettiği bir alan.
Onu böyle
hevesli görmeyi de özlemişim,
Yaşanan onca
zorluklardan sonra,
Hayata
tutunuş mücadelesine tekrar hayran kalıyorum.
Onur gelip
onu belinden sarıyor,
Beni soru
bombardımanından kurtarıyor.
‘şu kızı
çöpe at.’ diyip gülüyorum.
Mehtap ve
Gamze’nin arasına oturuyorum,
Gamze’nin
hiçbir özel yanında olamadım.
Ona sımsıkı
sarılıyorum.
Kulağına
eğilip özür diliyorum.
Karşılığı,
omzumu ısırıp veriyor.
Gece
bitiyor.
Sabah
erkenden yola çıkacaklar.
Herkesi
evimize sığdırıyoruz.
Herkese
yatacak bir yer buluyoruz.
Kalplerimiz
bir olsun…
Gece eşime
teşekkür edip sarılıyorum.
Memesizliğimi
bir tek o dert etmiyor.
Ben ne
yaptım ki diyor,
En çok onun
uğraştığını biliyorum.
Hep, her an,
her zaman.
Bunu
görüyorum.
Dünyanın en
güzel güneşine uyanıyoruz.
herkesin
evdeymiş gibi rahat ettiği bir akşamın arkası.
Zamanın
henüz hesap tutulmadığı yıllardan kalma.
Çocukları
önden yedirip kendimize uzun sohbetli bir kahvaltı hazırlıyoruz.
Sanki
günlerdir berabermişiz gibi, gitme vakitleri yaklaştıkça boğazımda gittikçe
büyüyen bir düğüm oluyor.
Saat
gelince,
Montlar
kapıdan geçiyor,
ayakkabılar
giyiliyor,
gülüşmeler
koridora kadar uzanıyor,
Apartmanın
merdivenlerinden sarkıyor.
Vedalar hep
biraz eksik oluyor,
Esra bana
yetecek kadar tam sarılmaz,
Gamze
telaşla çabuk çıkar,
Mehtap bana
uzun uzun bakmaz.
Melek burada
artık keyifsiz olduğumu anlamaz,
Emir onu
nasıl aradığımı bilemez.
Yine aynı
hislerle,
Son
“görüşürüzler” dağılırken havaya, kapanıyor kapıları.
Bir süre
duruyorum arkalarında,
Onlar gözden
kaybolurken.
Hiçbir şey
düşünmeden.
Sadece
orada.
Ev
sessizleşiyor hemen ardından.
Sanki odalar
geri çekiliyor,
sesleri
yutmak için biraz daha küçülüyorlar.
Mutfağa
geçemiyorum hemen.
Balkona da
çıkamıyorum.
Bir ses -
bir bakış – unutulmuş bir eşya arıyorum,
masa
etrafında fark edilmeden.
Geri
dönmeleri için bir bahane.
Yaşanmış bir
şeye dönüşen o anıları arıyorum.
Şimdi raflar
yavaş yavaş dağılıyor.
Telefonuma bir mesaj geliyor:
Gece için
teşekkür eden, “iyi geldi” diyen bir cümle.
Sadece
ekrana bakıyorum,
Sözcük
gerektirmeyen cümleye.
Oğlumun hep
beni ısıtan sesi, içeriden sıcacık geliyor.
Onun sabah
kokusu,
Sıcak
ayakları,
O masumluğu.
“Anne bak,
kule yaptım!”
Gülümsüyorum.
Oyun
halısına oturup oğlumun saçlarını düzeltiyorum.
Bu şehir
benim için hala yeni..
Hiçbir
market, “bizim market”imiz değil,
Sevdiğim bir
yer yok,
Alışamıyorum.
Süt, yoğurt,
ekmek.
Ve eksik
olan her şey.
Başkasının
eksiği gibi.
Eşimle
kendime kahve yapıp balkona çıkıyoruz,
Emir’i
arıyorum yolculuğu sormak için.
Başka
yerlere, başka evlere, başka insanlara gidiyorlar.
Benim
içimden geldiği her an gidemeyeceğim kadar uzak.
Sanki
uzaklaşmak sadece fiziksel değilmiş gibi.
Gözlerim
doluyor.
Birden.
Sebepsiz
değil, ama hazırlıksız.
Eşim elimi
tutuyor.
Oğlumun
hasta olduğu ve kimseyi arayamadığım bir akşam söylemiştim,
“Gurbete
şimdi düştüm.” diye.
Bu ikinci
düşüşüm.
Belki bir
daha olurdu,
Birlikte
yeniden toplanılan bir masa,
çocuklar
oynarken kahkahaların havada uçuştuğu bir akşam.
Şarkı
söyleyen biri, bir başkasının gözyaşlarını gizlediği an.
Ve benim,
aralarına hiç uzaklaşmamış gibi karışmam.
Yine de
onların yerini bilmek
bir
yerlerde, iyi olduklarını bilmek
bazen
yetiyor.
Benim artık
olmadığım masalarında,
Eski bir
fotoğrafta belki ben,
Arka planda,
bulanık ama oradayım.
Birinin
omzuna yaslanmışım,
Saçlarım
dökülmemiş,
Saçlarım
uzun.
Yüzümde gölge, kalbimde sır yok.
Şimdi, bu
uzak şehirde,
bu loş
mutfakta,
çamaşır
makinesinin sesi eşliğinde,
o fotoğraf
başka bir şeydi.
yeniden
oradaymış gibi hissettim kendimi.
Bir sesin
ortasında.
Bir
fotoğrafın içinde — hala yaşayan bir kadın gibi.
*Sylvia
Plath
Fotoğraf
2016 yılında, Ankara'da çekilmiştir.
O gece çalan
şarkıların bazıları: Kıraç-Yıllar sonra, Razıysan gel, Zaman, Beddua
Ferdi
Özbeğen-Gündüzüm seninle, Ağla halime, Sevda
Güncel Gürsel Artıkyay-Yakarım geceleri.