15 Kasım 2023 Çarşamba


Bana Cezayir'den bir gül getirmiş,

Ve bir testi su, dökmeden.

"Bir kuşun kanadındaydım." dedi.

"Belki yıllarca.

Sarıl bana, sarıl şimdi.

Bunu bekledim ben.

Testini kırma ama

Bana bir su ver,

Gülü koy bardakta kalana."


Bir masal değil, rüya değil bu.

Ama

Sen uyu şimdi, uyuyabilirsen.

14.11.23

İzmir.

17 Ekim 2023 Salı

 "Yıldızlara bak, biz küçüktük, 
Demez miydin hep, sevdikçe büyürsün."

Serin yaz akşamı.
Senin olmadığın bir yazdı.
Evde ses yok, apartmanda ses yok, şehirde ses yok.
Yuvarlak, sarı ay; gökyüzünde büyümüş.
Kulağımda kulaklık, şarkı tutuyorum sana.
Radyoda daha önce duymadığım bir şarkı.
Sabah tekrar duyup evimden sokaklara boşaltacağım şarkıyı.
Yatağımın ucundaki pencere açık.
Bunu hatırlar mısın?

"Gözlerini kapat, biz büyüktük,
Birbirimizden büyük sevdikçe küçüldük."

Bir taş yuvarlıyorum, yollar boyunca.
Hava o günle aynı.
Kalbimin ortası karman çorman, kalbimin ortası gürültülü,
Yangın var kalbimin ortasında.
Tutup avuçluyorum onu.
Şu sarı ay gibi, kocaman.
Onu küçültsem, bu hissi artık küçültsem.
Bir şarkı tutmasam ve yok olsa şarkılar.
Ama durmuyor,
Taş düşüyor evinin yoluna.
Yolum çıkıyor pencerenin altına.
Bir ses duyuyorum arkamda,
Bu ses, kalbimden güzel.

"Ve geçti zaman, 
Eridi sevdam."

Bu tam 21 yıl sonra en derin uyku.
Sade, beyaz bir boşlukta, pamuklar içinde, denizler ortasında.
Son nefesi verir gibi, gözlerimi kapatıp bir nefeste üfledim seni.
Tozların karıştı boşluğa.
Zihnimin bana oynadığı en güzel oyun,
Kalbimin bana söylediği en büyük yalan,
En uzun rüyam,
En büyülü evim.
Geçti zaman,
Eridi sevdam;
Hoşçakal.

20 Eylül 2023 Çarşamba

"Seninle nasıl oldu da,

ikimizden biri ölmüş gibi koptuk?"
 

Hoş geldiniz. Nasılsınız? Haftanız nasıl  geçti? Bugün sizinle 12. kez EMDR yapacağız. Bu kez bir koku üzerine. Hep bahsettiğiniz o koku. Bitince de terapinizin ilk günlerinde yaptığımız ama siz çok tepki verince sonlandıramadığımız tekne terapimizi yapacağız. Sizi şuraya alayım, kulaklığı takın ve kendinizi anıya bırakın. O kokuyu ilk hissettiğiniz güne gitmenizi istiyorum. Kalbinize odaklanın, bu kokuyu duyduğunuzda kalbinizden neler geçiyor? Şimdi başlatıyorum, rahat olun, ben durdurduğumda gözlerinizi açabilirsiniz.

okulun  son günü. bir akasya ağacının altında. voleybol oynuyorum. topa vuracakken elim akasya ağacının dallarına geliyor. her yerim minik böcek ve yapış yapış. ellerimi yıkamam lazım ama oradan bir saniye bile ayrılmak istemiyorum. hiç. yoklarmış gibi davranıyorum. kollarım simsiyah. kollarımı sallıyorum. kollarımı silkeliyorum. sanki oradan gidersem o kokuyu bir daha alamam. genzimin derinlerine çektiğim koku. kokluyorum. kokluyorum. gözlerim açık, gözlerim kapalı, kollarım böcekli. ilk ve sondu. nefesim hızlanıyor, kalbimde ağrı hissediyorum. gözlerim doluyor, dudaklarımı büküyorum. ağlamak istiyorum.

Neler gördünüz? Neyi hatırladınız? Ne hissettiniz? Nasıl bir kokuydu? O kokuyu bir daha duydunuz mu? Tamam, bu anıdan devam edelim.

O kokuyu bir daha duymadım. aylar sonra, bambaşka bir kokuyla gördüm onu. gözyaşlarım artıyor. nefes alamıyorum, nefesim duruyor. koku yok. arıyorum. ellerini kokluyorum. göğsünü kokluyorum, yok yok. eve gidip defterimi açıyorum. o gece avuçlarımı koklayarak uyumuştum. ama bulamıyorum. yıllar içinde birkaç kez benzerini duydum, ama o koku 1 günlüktü, bir daha hiç olmadı. nefesim açılıyor. gözlerimden yaşlar boşalıyor. koku orada, ben ağlamak istiyorum, kokuya sarılmak istiyorum. keşke burada olsa, keşke ben orada olsam. karnım ağrıyor, ağlıyorum.

Neler gördünüz? Peki o koku neye dönüştü? Yeni koku sizde neler hissettirdi? Şu an o anda olsanız ne yapardınız? Ne söylerdiniz? Bu anıdan devam edelim.

 O koku son masum kokuydu. onu bir daha o kadar saf görmedim. yeni kokunda hep art niyet vardı. büyümüştün. o kokunu da çok sevmiştim. şu an, o anda olsaydım bunu söylerdim. ürktüğümü. burnuma değmiş bir burun hatırlıyorum. derin, derin, derin, karnıma ve kalbime kadar inen o koku. ağlıyorum. bu koku nasıl şu an bu kadar gerçek olabilir? inanamıyorum. sıcaklık yüzüme değiyor. şimdi elimi yüzüme götürsem ona dokunacakmışım gibi. ne olurdu bu gerçek olsa? gözyaşlarım akıyor. o kadar özlemişim ki. kendimi, o halimi, o andaki kendimi. anıdan sıyrılıyorum. ben varım. yağmur altında, sadece ben. kalbim yavaşlıyor. gülümsüyorum. 

Nasıl bir anı aklınıza geldi? Kokunun miktarı değişti mi? Daha mı az etkilendiniz aklınıza gelince? Yüzünün size yakın olduğu anı görünce ne hissettiniz? Buradan devam edelim.

onun bana yakın olduğu anı görünce her seferinde bunun son olduğunu hissederek hep ağlamak istediğimi hatırladım. onunla olmanın sevincine hiç varamadım. hep huzursuzdum. kendimi hep az hissettim. hep olacağını bilip hiç olmayacağından emin olarak. kalbimden ağlama hissi gidiyor. bu endişe kalbimi nasıl sarmış, bunu şimdi görebiliyorum. bir ömür, ne zaman o kokuyu duysam hep üzüldüm. şimdi hayatımın en özel kokusu olduğunu düşünüyorum. ne kadar sevmiştim onu. nasıl ayırt etmiştim herkesten ve nasıl her an bilmiştim onu. herkesten çok. kendime de alıp derinlerde saklayacak kadar.

 Neler hatırladınız? Bu farkındalık size kendinizi kötü hissettirdi mi? Güzel, başka bir açıdan bakabiliyorsunuz artık. Buradan devam edelim.

Bir yumuşatıcı kokusu. sadece bir kez bindiğim bir arabada ağaç kokusu. sabahları otobüs beklerken üşüdüğüm havanın kokusu. evlendiğim günün kokusu. otel odamızın kokusu. ilk banyonun kokusu. ilk evimin kokusu. oğlumun kokusu. son evimin kokusu. zeytin ağacımın kokusu. narlarımın kokusu. semizotu toplama kokusu. dağlarda bez çantalarına doldurduğum kekiklerin kokusu. hastane kokusu. ilaç kokusu. sonda kokusu. ağızdaki kan peltesi kokusu. yeşil bir koku. yeşil bir gecenin kokusu. yeşil kokusu. 8 kokusu.

Farkındalığınız değişti. Anınız artık normalleşti. Son kez buradan alalım.

 yeni bir yüzük görüyorum. hayatım boyunca kendimi denedim. şimdi ne yapacağım. 

hiçbir şey hissetmiyorum. gülümsüyorum. gerçek mi? bu anıyı, şimdi gözlerim kapalıyken nasıl gördüm? 

gerçek olabilir mi? 

Gerçekmiş. Bunu nasıl bildiniz? 

Önerilen şarkı: Barış Diri-Derinden

Zakkum-Hipokondriyak

22 Ağustos 2023 Salı

 'sana bakıyorum, içine bakıyorum, ama görüyorum ki yoksun içeride.'


Serin bir yaz akşamında, senin masum olduğunu sandığım gülüşünü yıllarca taşıdım içinde. Karlı bir kış akşamında, gizlice posta kutunda bulduğum mektuplara inat, bunca yıl sakladım seni. Sende kaldığım son gün, yatağının üzerinden aldığım deri eldivenin, parfüm şişen, gümüş bir yüzükle beraber 20 yıl andık seni. Ama 20 yılın sonunda sana bakıyorum, içine bakıyorum, ama görüyorum ki yoksun içeride. 

Seni yıllar sonra bir kez  hastanede görüyorum, benim artık tanımadığım yakın arkadaşın yanında; ben de artık senin tanımadığın yakın arkadaşımlayım. Senin arkadaşın sarışın ve yeşil gözlü. Öylesini seversin, biliyorum. O beni görür görmez tanıyor, ben onun bakışından seninle alakalı olduğunu anlıyorum, etrafa bakıyorum, seni görüyorum; merdivenlerden yukarı kaçıyorsun; ne olur sadece 1 dakika, tutma kendini sana yalvarırım sadece 1 dakika istiyorum, bu kadar yapamazsın! Arkadaşın tutuyor seni, oğlum ne saçmalıyorsun, ne konuştuk biz seninle.

Bir anda ipleri bırakıyorsun, olduğun yere bırakıyorsun kendini, yıllarca kaçtın, tuttun içinde, şimdi boşaltıyorsun içini. Randevuları unutuyoruz, kalkıp bir yere gidiyoruz, bir fotoğraf çekilecek, yanıma gel diyorsun, yaklaş, daha yakın ol, lütfen bir fotoğrafımız olsun.

Mutluyum ama o 1 dakikada sana ne söyleyecektim? Hangisini söyleyebilirdim sana? Şimdi hangilerini anlatabilirim başıma gelenlerin? Bana bir kez yazman için hiç mi hatırım yoktu?

Arkadaşına defterimi gösteriyorum, sana 20 yıl önce yazdıklarımın kopyalarını. 'görüyor musun, beni sevmediğini o kadar ima etmiş ki, gitmekten başka çarem kalmamış. Ondan gidince ikimizi de çok seven biri beni hep sevdiğini söyledi, inanır mısın 10 yıl boyunca. Buna arkamı dönemediğim için özür dilerim, ondan başka bir hatam yok.' 

Başka bir hatam yok, kanımla ve canımla ödedim faturasını ben bunun.


Evet doktor bey, tedavi boyunca verdiğiniz tüm destekler için teşekkür ederim; bütün bunların, zihnimde kurduğum bir hayalden ibaret olduğunu fark ettim. Hikayemin var olan ama hiç olmamış tüm kahramanlarına teşekkür ederim. Artık kalbim dingin, 1 dakikanın bile önemi yok ama doktor bey rüyalarıma ne zaman geçeceğiz?  

6 Temmuz 2023 Perşembe


 "Sana gelince,

yazıyorsun,

okuyorum. 

Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa insanın bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum. 

Ne yazık.

Ne kadar beraber geçmiş günlerimiz var. 

Senin ve benim, en güzel günlerimiz, 

Kalbimin kanıyla götüreceğim ebediyete ben o günleri."


Korkmuyorum,

Gemiler yanmış, her yer duman altı. 

Bir ayın aydınlattığı karanlıkta her yer,

Denize dalıp bir mercanı avuçluyorum;

Elime bir inci geliyor, bir de kapkaranlık bir kestane.

Karnımda leğen kemiği kıracağını sandığım sancılar hissediyorum,

Durmuyor, nefes alamıyorum.

Kusmak istiyorum, gözüm dönüyor, kemiklerim kırıldı kırılacak.

Beni öldürün diye ağlıyorum,

"ne olur bir şey yapın."

Doğum başlıyor, ya düşerse altımdan fayanslara, hayır beni öldürün,

Kaldırmayın beni, beni götürün,

Dikenli kestane içime giriyor, bağırmak istiyorum, daha çok bağırmak,

kemiklerim kırılıyor;

saçlarım sırılsıklam.

Bacaklarımın tam ortasında, içimde kocaman ağır bir boşluk.

sırtımdan ince bir hortum, yavaşça sakinleşiyorum, 

denizin yüzeyinde sırt üstü haldeyim şimdi.

Çekiştiriyorlar beni,

beş kişi, on kişi, yüz kişi, binbeşyüzonaltı kişi, birmilyon kişi.

karnım kesiliyor, kat kat,

yanık kokularıyla yıllarca unutamayacağım ve suçluluk duyacağım kesik.

Oğlum geliyor, canım Demir, dünyanın en güzel bebeği,

Pembe, beyaz, ıslak, şeker kokulu. 

Dudakları yanağıma değiyor, sıcacık, canım kadife seslim,

yanaklarımız değince ağlaması hemen geçiyor.

Alıyorlar yanımdan, yine ağlıyor, yine getiriyorlar yanıma, susuyor.

gülüyoruz, bu beni ilk güldürüşündü Demir.

kısa süre sonra ona kavuşuyorum.

Gördünüz mü, nasıl güzel diyorum herkese;

Oğlumu gördünüz mü, dünya güzeli.

Emziriyorum, kanım ona geçiyor, canım ona geçiyor,

saçlarımın ıslaklığı kuruyor, artık başka hiçbir şeyin önemi olmayacakmış gibi,

Eve geliyoruz. sanki evde hep varmış gibi.


Aynı gün, ilk covid vakaları düşüyor ekşi sözlüğe. Kısa süre sonra, evde kimse kalmıyor. Demir'i gören yeryüzünde 20 kişi bile yok. Birden eve kapanıyoruz. Arslan sabah çok erken çıkıp gece geliyor. Biz oğlumla yapayalnızız. Kapımızı çalan yok. Demir kucağımdayken, hava kararmışken otoparka giren arabaları izlediğim, gelsin artık diye ağladığım günlerin sayısını bilmiyorum. Yiyebildiğim tek şey kocaman bir kavanoza koyduğum, yulaflı bir bulamaç, tuvalete girebilmek emzirmeli, banyoya sadece geceleri girebiliyorum. Çocuğum iyi mi, kötü mü bilmiyorum. Memelerimdeki yaraları kimseye gösterip çare bulamıyorum, altını doğru bağlayabiliyor muyum, doğru emiyor mu bilmiyorum.

45. gün rahatlıyoruz. Meme süreleri azalıyor, geceler uzuyor, Arslan bazen evden çalışıyor ve ben artık tuvalete girebiliyorum. 2. ay sonra ilk defa araba sürüyorum, yolda mahsur kalmış bir kedi yavrusunu arabamı trafikte durdurup ağlaya ağlaya yol kenarına taşıyorum, markete gidiyorum ve ilk defa dışarı çıkıp insan görüyorum. Tam 2 ay sonra. 3. ay Demir'i ilk defa kapının önüne indiriyorum, hala yasak ve birileri onu görsün diye heyecandan ölüyorum. aynı ay şehirler açılıyor, ailelerimiz gelip dönüyor. Demir'i benim uydurmadığımı herkes görecek. İnsan görüyorum, 3 ay sonra birileriyle sohbet ediyorum. Arslan 2 hafta gece gelip 2 hafta evden çalışıyor. Demir'i montuma gizleyip dışarıya çıkmaya başlıyorum, polislerden gizlenip, insanlardan hep kaçarak. Havalar düzeliyor, yasaklar azalıyor, 4 buçuk aylıkken Ankara'ya gidiyoruz. İnsan gördüğüm için başım dönüyor. 7 aylıkken ilk defa dışarıda yemek yiyoruz. Ağladığımı hatırlıyorum. 

Kilolarım gitmiyor. Çünkü neredeyse hep makarna yiyorum. Karnım tam 10 ay boyunca hala hamile gibi. Öyle ki giydiklerime "garip oldun ya" diyen var. Şey, bir garip gözüktün gözüme. Neden? Bilmem ya bir garip oldun. Bu cümlelere ölüyorum, leğen kemiğim bir daha kırılıyor. Kestaneler batıyor her bir yerime. Sadece 4.5 ay önce doğurdum halbuki..

Demir artık gülüyor, sesleniyor, mutlu olduğunu görüyorum. Erken yürüyor, erken konuşuyor, vakitlerimiz çok güzel geçiyor. Birileri beni kırmazsa ben mutlu bir anneyim, oğlum mutlu oluyor; ama 'garip oldun'lar beni dolduruyor ve ben Demir'e patlıyorum: senin yüzünden böyle oldum, senin yüzünden böyle. Ağlıyorum, gecelerce, bazen gizli, bazen onun yanında, onun yanında, onun yanında. Ona telefon yok, televizyon yok, senin yüzünden ben böyle oldum, beynimde sadece sen varsın!

Normal olan bu değil miydi?

Yemeklerimiz düzene giriyor, Demir kanguruya alışmış. Her şeyi o şekilde yapıyoruz, ev süpürmek, yemek yapmak, çamaşır asmak. Komşularla bahçeye iniyorum, ilk söylediği kelime "ded" yani doruk. 18. ayda cümle kuruyor, şarkılar ezberliyor, espri yapıyor. Ben artık kilo veriyorum. İyi anneliğin fitlikle bir alakası olmadığını kabulleniyorum. 'ben senin gibi olmayacağım, fit bir anne olurum'lar asla asla asla aklımdan çıkmıyor. 2. yaşında hala tam fit olamadığım için psikoloğa gidiyorum. Günlerce ağlıyorum, nefes alamıyorum. Oğluma kızamıyorum Doktor Hanım. Çok yalnızım, yemek yapanım yok. çok yalnız kaldım. kilo aldım. çok yalnızım. yalnız kalmak istiyorum. çok yalnızım.

Beynim artık çıtçıtlarını bağlarken onunla konuşamayacak kadar doldu. Oysa her an onu güldürürdüm. Akşam yemeğini planlayıp aynı anda oğlumu oyalayıp aynı anda benden fazla "empati" kurmamı bekleyen mesajları yazdığım günler nerede? Aynı anda ailevi problemlerimi, aynı anda oğlumun kilo alamayışını, evimi, kendi problemlerimi çözmeye çalıştığım ama bunların hiç görünmediği günler nerede?

18 aylıkken covid oluyoruz. Öldüm sanıyorum ama ölmüyorum. Pozitif olduğum için beni Demir'in yanına almıyorlar. 1 gece arabada, susuz, yalnız ve öksürüklerle mahsur kalıyorum. O arabadan çıkmam yasak. Demir'in saatlerce memesiz ağlamasından sonra onun da pozitif olduğu anlaşılıyor. siren sesleriyle, hastanenin bahçesindeki herkes bize bakarken pandemi koğuşuna giriyoruz. etrafımızda 4 tane bembeyaz adam, etrafımızı yuvarlak yapıp bizi kapatıyor. Demir'i göğsüme sokuyorum, en içime, geldiği yere, ağlayarak. 4 gün hastanede yatıyoruz.  Oğlum yaşıyor mu diye bakmak için kolumu bile kaldıramadığım günlerin etkisi aylarca sürüyor. Oğlum bu gece ölür mü? Hastaneden dönüyoruz, yine kimse yok, kalkıp yemeğimizi yapıyorum. Leğen kemiğim yeniden kırılıyor.

Bugün 3 buçuk yaşında. iyi - kötü günlerimiz oluyor. Oldukça mutlu ve hallice sakin.

Benim güzeller güzeli oğlum...



Denizden çıkıyorum. Mercanı yiyorum.

İnci yalanmış,

Kabuğunu denize atıyorum.

Kestanelere alıştım.

Ayaklarımda incecik kumun hissi,

omuzlarımda artık güneşin yakıcı hissi,

uzaklara, çok uzaklara bakıyorum.

Artık burada ne mercan, ne kestane, ne inci.

Denizimde kimselere yer yok artık.

3 Mayıs 2023 Çarşamba

 Bu ufak hikaye, haksızlığa uğradığımı düşündüğüm bir hikayenin anısına...


Bu mektup sana ulaştığında..... unutma, ona gözlerim değdi, ellerim dokundu.

Bana bugünü geri ver.


Serin bir kış günü. Kahvaltımı yaptıktan sonra, uzun bir yürüyüşle nihayet kavuşabildiğim, Christmas Market'e geliyorum. Şehir hala uyanmamış, tek bir perdesi bile uçuşmayan pencerelerden, bu pazar miskinliğini görüyorum. Bir tek ben varım, sanki dünyada tek benim. Serinlik beni üşütüyor, atkıma sarınıyorum, şapkamı kapatıyorum. Sadece 2 kirpiğimin arası açık şimdi, gizlenmiş gibiyim.

Dükkanlar arasında gezinirken seramik, mavi kuşlu bir kupa görüyorum. Bizim sert seramiklerimiz gibi değil, sanki parmağımla biraz zorlasam kırılacak kupa. Ben üzerindeki kuşu beğeniyorum, onu seviyorum, herkesten 1500 kilometre uzaktayken kendimi hep bir kuş gibi hissetmiştim, o bardağı alıyorum. Satıcı tarafından uyarılıyorum, gülüşüyoruz; bir insan gibi kırılgandır bu bardak, narin olmalısın, bir insana davrandığın gibi.

Kupama gözüm gibi bakıyorum, insanlarıma davrandığım gibi. Bazen uzun
süreler sıcak tutmuyor kahvemi, aldırmıyorum. Uzun uzun kuşu izliyorum bazen. Zaman burada durağan çünkü, vaktim var, çok uğraşım yok. Zihnim dingin, dağılmıyor, bir şeylere koşmuyorum. Döndüğümde farklı olacak, biliyorum. Her şey değişecek eskiye döndüğümde.

Bir süre sonra hayatım değişiyor. Alışamadığım bazı şeyler örneğin. Zorlanıyorum, kendimi dinlemek istemiyorum, kaçmak istiyorum. Kendi evime çekiliyorum ve kendimle kalıyorum. İşte bardağımla hikayem burada yeniden canlanıp devam ediyor. Benim için ediyor, ama onun için hala öyle mi bilmiyorum.

Eskiden bilirdim, bardağım sonuçta çift cidarlı değildi, kahvemi o kadar soğuk tutamazdı, ama ben kahvem çabuk soğudu diye artık ona sinirlenmeye başlamıştım. Bu kadar da olmazdı, sinirlenip onu tezgaha sert bir şekilde koyduğumu bile hatırlıyorum, sesimi yükselttiğimi, ona küfür ettiğimi; salak! Hiç sana yakışmış mı, sana hiç yakıştıramadım bunu! Bardak ne desin, susuyordu, bardaktı nihayetinde. Üzerindeki kuşa da takmıştım. Kuyruğunu beğenmiyordum artık, simetrik değildi mesela, yapan güzel yapmamıştı. Gagası gövdesine göre fazla büyüktü, ne iğrenç. Bardağıma öylesine takmıştım ki bunları sürekli ona söylemiştim, şu gagaya bak, uzun kuyruk da ne böyle! İyice gözüme batıyordu, her şeyi ama her şeyi. İnadına hala onda kahve içiyor, özellikle sinirli anlarımda gidip ona yapışıyor, kahvemi soğutunca her şeyine ama her şeyine takıyordum. Sonra bir gün işi biraz abarttım ve telefonla konuşurken tezgaha sert bir şekilde koydum. Tam yarısından yukarısı çatladı. Çok kızdım, sanki bunca zaman zavallı bardağı hor kullanmamışım da bir anda çatlamış gibi, hayır ama bu kaçınılmaz bir sondu zaten. 

Ben bardağımı kullanmaya devam ettim. Artık kahvemi daha az koyuyordum. Yarısına kadar. Ama çatladığı için iyice bilenmiştim, artık daha sert koyuyordum her yere, özellikle sinirliysem. Benim günah keçimdi. Benim güzel kuşlu bardağım.

Sonunda, pes ettim. Gidip başka bardaklar aldım. Onu unutmak kolaydı ve bardağımın bana, zor günlerime kendince hizmet ettiği günleri, unuttum, apaçık unuttum. Ne şartlar altındaydı, hiçbir önemi yok. Kendi derdi, neydi benim yanımda?

Sonra bir gün rüyamda bardağımın üzerinde kuştum. Maviydim, kuyruğum uzundu, ama sanki o kuşla hiç dalga geçmemişim gibi o kuyruğumla gurur duydum. Herkese uzun kuyruğumu anlattım. Hani biri dese, uzun kuyrukla dalga geçerdin bir zamanlar diye, onlara yalan söylediklerini söylerdim. Söylendiğim onca şeyi unuttum. Gururlu bir bardaktım.

Rüyamdan uyandım ama aslında hala rüyadayım. Bardağım artık çöpte. Ağız kısmı paramparça, kuşun gözleri oyulmuş, uzun gagasıyla defalarca dalga geçilmiş, uzun kuyruğuna sayısız kez gülünmüş, kocaman bir çatlağı var ve sadece kahve içilmekten içi tamamen kahverengi.

Ona bir insan gibi davranamadım. Yıllarca söylendim durdum, bunu kabullenmedim ama ona takmıştım. Başka hiçbir bardağa onun gibi davranmamıştım. Onları narin bir cam gibi okşamıştım. Diğer bardaklar hep yeni kaldı. Onlar bardak olma serüvenlerini hak ettikleri gibi yaşarken kuşlu bardağım eminim hep korkuyla yaşadı ve eğer bir bardak dünyasında güzel hatıraları olduysa, ben onlara hep gölge düşürdüm, içinde hep ben vardım. 

Olan olmuş. Artık hiçbir neden onu olmamış yapamaz.



22 Mart 2023 Çarşamba

Çiçekçiler çarşısında üçüncü ölüm.

 "Ölüm ver Allah'ım, ayrılık verme"


Sokakta yürüyorum. Kulağımda kulaklık, bir şarkı dinliyorum. Dışarıdan bakınca seslerin gözükmemesi ne acı, oraların benim baktığım gözlerle görülmemesi ne kötü. Onların gözündeki dünya ve o dünyadaki ben çok farklıyız. Hepimiz, görünenden farklıyız. Bir araba dursa, içinden biri inse, kolumdan tutup "seni gördüm!" dese. "Şeffafsın, kalbini gördüm, seni anladım. Kalbine dokunayım, gel." dese. Konuşsak biriyle. Bu yeni bir hikaye değildi ki. Bu çok uzun ve eski bir hikaye.


Bugün,


Göğüm dar, yer dar. Dünya dar. Bunu bilmek hissiyle kalbim dar. Kalbim küçücük, büzüşmüş, atacak yeri kalmamış. Kalbim atmıyor. Ben kalbimi o banyonun içine yıkayıp koydum. Fayanslar üzerine dökülmüş bembeyaz saçların yanına. Beyaz bukleler, 'olay yeri inceleme' yazan sarı bantlar, sarı fileler, telsizlerden gelen cızırtılar, savcı, polisler. Şu çarşafı açsanız, çarşaf yüzünü kapatmasa, görsem, elimi şöyle uzatsam, gergin ve şişmiş derisini tutsam, yerlerdeki kanları yutsam. Dişlerini düşünüyorum. Çiçekçiler çarşısındaki ilk ölümde çıkarttığım takma dişleri. Bu sefer takma diş falan yok. Şu kapının önüne oturayım. Son kez onu arayayım. Son kez nasihatını dinleyeyim.


Kapının önü yasak, kapının önü brandalı. Bu güzelim hikaye, fayansa düşüp ölen bir başla mı bitecekti?


Ankara'ya gidiyorum. Cenaze benim arabamda değil ama ben cenaze aracı gibiyim. Sanki ben Ankara'ya gidince öldü, benim arabamda öldü. Saçları benim başımda, kanlı baş benim başım. Ağlayan oğlum, hastanelik olan oğlum, ağlayan ben. Neden her şey üst üste geliyor?


Onu alıp Gümüşhane'ye gidiyoruz. Gelmek ister misiniz, mezarlığa. Ufak bir cenaze işimiz var da.


Sonunda köşeyi döndük. Kavaklar göründü. Arabalara gece gibi sessizlik çöktü. Yolda giden tüm arabalarda memleket türküleri açıldı, herkes burnunu çekiyor. Cenaze evinin önüne geliyoruz. Son kalan da ölmüş, herkes birbirine sarılıyor. Kavaklar inadına yeşil. Kavaklı yola düşüyoruz. Erkekler önde, kadınlar arkada. Açılan mezara beyaz saçları, açılıp dikilmiş göğsü konuyor. Topraklar dökülüyor, hikaye bitiyor.



27 Ocak 2023 Cuma


'Biz ki hasreti edeple yaşarız.'


Adını duyunca televizyona kenetleniyorum. Sanıyorum ki şu dünyada en son aklıma gelecek olan şeydi seni akşam haberlerinde duymak. Bu yıl epeyce geç saatlere düşen iftarı beklerken birden midemde bir ağrı hissediyorum. Ne hakkında konuşacağını, seni neden oraya çağırdıklarını anlamak istiyorum. Odaklanıp  kavrayamıyorum. Ekranda saçların beliriyor adından sonra ekranda, parmak uçların, tırnakların, konuşmaların. Konuşmalarına yan odada annesiyle kızımın sesi karışıyor biraz, olsun. Ben şu anki şaşkınlığımı şeref meselesine karıştırıp bozmak istemiyorum. Bu bir ihanet midir? Sanmam. Yıllar gözlerini hiç değiştirmemiş ya asıl sana böyle bakmasam adilik.

Kızım koşturuyor sen konuşurken. Ona derinden bir sarılma isteği duyuyorum. Bir görebilsen onun minik ve beyaz ellerini. Aynı karımın güzel elleri gibi. Şu vakte kadar, iftara 1 saat kalan şu ana kadar sana hayatımın tüm vaziyetlerini anlatmakla ilgili hiçbir bahis yoktu zihnimde. Oysa şimdi, şu evin içinde ne varsa, havada dolanan toz zerreciklerine kadar bilmeni istiyorum senin. Bu hislerimi kızımın saçlarında unutmak için tutunuyorum ona. Acaba diyorum, çocukken seninle, senin ağzından açtığım oruçlar gibi onunla oruç açacak kadar dahi biri onu sever mi?

Karım geliyor içeri. güzel giyinmiş. Şaşırıyorum ama aklım tamamiyle orada olamıyor. Bir yandan seni görmesin istiyorum. Bir yandan görse de rahatlasam diye düşünüyorum. Yerde bir yandan kızımla boğuşurken bir yandan sana ve ona bakıyorum. Gözü bir an sana takılıyor. Başını çevirmesiyle geri bakması bir oluyor. Sanki sen de o an ona bakıyorsun. Kahküllerin gözlerini ortaya çıkartmış. O da bunu görüyor. Ne konuştuğunun bir önemi yok artık, zaten anlayamamıştım ama ortada asıl ne olduğunu şimdi bir tek kızım bilmiyor.

Orucumuzu açıyoruz. Salonumuzun sarı ışığında sofrayı toplarken yemeklerin ne kadar lezzetli olduğunu söyleyip boynundan öpüyorum onu. Ama artık evimizde bizi gözetleyen sen varsın. Bir duman gibi evimize sızdın. Kutu açıldı, kartlar fırladı içinden sanki. Soru işaretleri, anılar hepsi dağıldı. Bunu hepimiz biliyoruz.

Kalan yemekleri dolaba koyacağım. Dolapta bir pasta var. Nasıl unutmuşum? Nasıl unuturum bugünü?

O büyüyü her seferinde sen bozsan da.

Bir yaş daha, her şeyin farklı olabileceğinden kaçarak. 

Nasıl unuturum bunu?

'Yürünür belki hiç dağılmazsak?'
Önerilen Şarkı: Dedublüman-Belki